İşte Kur’an-ı Hakîm, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm’ın Risâletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidadlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar’ın zebhi ile ifham ediyor.
İşte şu hâdise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvî bir i’câz ile beyân eder.
Buna kıyasen bil ki: Kur’an-ı Hakîm’de bâzı hâdisat-ı tarihiyye sûretinde zikredilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok sûrelerde zikr ve tekrar edilen Kıssa-i Mûsa’nın yedi cümlelerine misâl olarak Lemaât’ta İ’caz-ı Kur’an Risalesinde o cüz’î cümlelerin herbir cüz’ünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyân etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.
Üçüncü Nükte:
Şu âyeti okurken, müvesvis dedi ki: “Herkese mâlûm ve âdi olan taşların şu fıtrî bâzı hâlât-ı tabiiyyesini, en mühim ve büyük mes’eleler sûretinde bahis ve beyânda ne mânâ var, ne münasebet var, ne ihtiyâç var?”
Şu vesveseye karşı feyz-i Kur’andan şöyle bir nükte ilham edildi:
Evet, münasebet var ve ihtiyâç var. Hem o derece büyük bir münasebet ve ehemmiyetli bir mânâ ve o derece muazzam ve lüzumlu bir hakikat var ki, ancak Kur’anın îcaz-ı mu’cizi ve lütf-u irşadıyla bir derece basitleştirilmiş ve ihtisar edilmiş. Evet i’câz-ı Kur’anın bir esası olan îcaz, hem hidâyet-i Kur’anın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki: Kur’anın muhatâbları içinde ekseriyeti teşkil eden avâma karşı küllî hakikatları ve derin ve umumî düsturları, me’luf ve cüz’î sûretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avâma karşı, muazzam hakikatların yalnız uçları ve basit bir sûreti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında hârikulâde olan tasarrufat-ı İlâhiyye, icmâlen gösterilsin. İşte bu sırra binaendir ki, Kur’an-ı Hakîm şu âyetle diyor: