Sözler | YirmiBirinci Söz | 278
(269-278)

Çünki: Hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz’ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz’-i ihtiyariyyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an, öyle değiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasılki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de: Şüphe ve tereddüd sayılmazlar. Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstakar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şüphe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarâfâne muhakeme namıyla veya insaf nâmına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizâm ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizâm eder. Ona vâcib olan hakkın iltizâmı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir hâlet, zihninde takarrür eder. Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yâni: Bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkûk tevehhüm eder. Halbuki İlm-i Kelâm’ın kaidelerindendir ki: İmkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmiyye münafî değil ve zaruret-i zihniyyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî, bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş, zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû’ etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ: Hakaik-i îmaniyyeden olan hayat-ı dünyeviyyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyyenin tulûuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i îmanîye zarar vermez.

Hem

yâni: “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur” olan kaide-i meşhûre; hem usûl-üd-din, hem usûl-ül-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.

Eğer desen: “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize belâ olmuş?”

Elcevab: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehâvünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydân-ı müsabakada, bize bir kamçıyı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyâde incitse, Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli

demeli.

* * *
Dinle
-