Güya bir zikr-i cehrî halkasının bir reisi gibi işitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit işitenlerin herbirisi lisan-ı mahsusuyla ve bir avâz-ı hususî ile Fâtır-ı Zülcelâlinin zikrine başlar. Demek, herbir nevi mevcûdâtın, hattâ yıldızların da bir ser-zâkiri ve nur-efşan bir bülbülü var. Fakat, bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mâhiyetçe en ekmel ve sûretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcûdâtını lâtif secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî-Âdemin bülbül-ü zül-Kur’anı: Muhammed-i Arabî’dir.
Elhasıl: Kâinat Sarayında hizmet eden hayvanat, kemâl-i itaatle evâmir-i tekviniyyeye imtisâl edip, fıtratlarındaki gayeleri güzel bir vecihle ve Cenâb-ı Hakk’ın namıyla izhar ederek hayatlarının vazifelerini bedi’ bir tarz ile Cenâb-ı Hakk’ın kuvvetiyle işlemekle ettikleri tesbihat ve ibâdât, onların hedâya ve tahiyyatlarıdır ki; Fâtır-ı Zülcelâl ve Vâhib-i Hayat dergâhına takdim ediyorlar.
Üçüncü kısım ameleleri: Nebâtat ve cemâdâttır. Onların cüz’-i ih-tiyârîleri olmadığı için, maaşları yoktur. Amelleri hâlisen livechillâhtır ve Cenâb-ı Hakk’ın iradesiyle ve ismiyle ve hesabıyla ve havl ve kuvvetiyledir. Fakat nebâtatın gidişatlarından hissolunuyor ki, onların vezaif-i telkîh ve tevlidde ve meyvelerin terbiyesinde bir çeşit telezzüzâtları var. Fakat hiç teellümata mazhar değiller. Hayvan muhtar olduğu için, lezzet ile beraber elemi de var. Cemâdât ve nebatâtın amellerinde ihtiyar gelmediği için, eserleri de ihtiyar sahibi olan hayvanların amellerinden daha mükemmel oluyor. İhtiyar sahibi olanların içinde, arı emsali gibi vahy ve ilham ile tenevvür edenlerin amelleri, cüz’-i ihtiyârîsine itimad edenlerin amellerinden daha mükemmeldir.
Yeryüzünün tarlasında nebâtatın herbir tâifesi, lisan-ı hal ve istidad diliyle Fâtır-ı Hakîm’den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: “Ya Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında tâifemizin bayrağını dikmekle Saltanat-ı Rubûbiyyetini lisanımızla ilân edelim ve rûy-i arz mescidinin herbir köşesinde sana ibâdet etmek için bize tevfik ver ve meşhergâh-ı arzın herbir tarafında senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını, senin bedi’ ve antika san’atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahatâ iktidar ver.” derler.