Üçü müsbet, üçü menfî. Altı mertebe-i tevhidi isbat etmekle beraber şirkin altı enva’ını reddeder. Herbir cümlesi öteki cümlelere hem delil olur, hem netice olur. Çünki herbir cümlenin iki mânâsı var. Bir mânâ ile netice olur, bir mânâ ile de delil olur. Demek Sûre-i İhlâs’ta otuz Sûre-i İhlâs kadar, muntâzam, birbirini isbat eder delillerden mürekkeb sûreler vardır. Meselâ:
hem:
hem:
daha sen buna göre kıyas et... Mesela:
Şu dört cümlenin herbirisinin iki mânâsı var. Bir mânâ ile öteki cümlelere delildir. Diğer mânâ ile onlara neticedir. Onaltı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’câzî hasıl olur. “İşârât-ül İ’câz”da öyle bir tarzda beyân edilmiş ki, bir nakş-ı nazmî-i i’câzî teşkil eder. Onüçüncü Söz’de beyân edildiği gibi, güya ekser âyât-ı Kur’aniyyenin herbirisi ekser ayâtın herbirisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki, onlara münasebetin hutut-u mânevîyyesini uzatıyor. Birer nakş-ı i’câzî nescediyor. İşte “İşârât-ül İ’câz” baştan aşağıya kadar bu cezâlet-i naz-miyyeyi şerhetmiştir.
İkinci Nokta: Mânâsındaki belâğat-ı hârikadır. Onüçüncü Söz’de beyân olunan şu misâle bak: Meselâ:
âyetindeki belâgat-ımânevîyyeyi zevketmek istersen, kendini Nur-u Kur’andan evvel asr-ı câhiliyyette, sahra-yı bedeviyyette farzet ki,