Sözler | YirmiAltıncı Söz | 466
(463-479)

İKİNCİ MEBHAS: Ehl-i ilme mahsus (Hâşiye) , ince bir tedkik-i ilmîdir.

Eğer desen: “Kader ile cüz’-i ihtiyârî, nasıl tevfik edilebilir?”

Elcevab: Yedi vecihle...

Birincisi: Elbette kâinatın intizâm ve mizan lisanıyla hikmet ve adâletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insân için medâr-ı sevab ve ikab olacak, mâhiyeti meçhul bir cüz’-i ihtiyârî vermiştir. O Âdil-i Hakîm’in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz’-i ihtiyârînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delâlet etmez.

İkincisi: Bizzarure herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder. O ihtiyarın vücûdunu vicdanen bilir. Mevcûdâtın mâhiyetini bilmek ayrıdır, vücûdunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var: Vücûdu bizce bedihî olduğu halde, mâhiyeti bizce meçhul... İşte şu cüz’-i ihtiyârî, öyleler sırasına girebilir. Herşey, mâlûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.

Üçüncüsü: Cüz’-i ihtiyârî, kadere münafî değil. Belki kader, ihtiyarı teyid eder. Çünki: kader, ilm-i İlâhînin bir nev’idir. İlm-i İlâhî, ihtiyarımıza taallûk etmiş. Öyle ise, ihtiyarı teyid ediyor, ibtal etmiyor.

Dördüncüsü: Kader, ilim nev’indendir. İlim, mâlûma tâbidir. Yâni, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa mâlûm, ilme tâbi değil. Yâni, ilim desâtiri; mâlûmu, haricî vücûd noktasında idare etmek için esas değil. Çünki: mâlûmun zâtı ve vücûd-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder. Hem, ezel; mâzi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücûdunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki, ezel; mâzi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misâldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mâzi tarafında bir uç tahayyül edip, ona ezel deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertib ile girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir. Şu sırrın keşfi için şu misâle bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesâfe mâzi; sol tarafındaki mesâfe, müstakbel farzedilse; o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertib ile tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça o âyinenin mukabil dairesi genişlenir.


Hâşiye: Bu ikinci mebhas, en derin ve en müşkil bir sırr-ı kader mes’elesidir. Bütün ulemâ-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mes’ele-i akaid-i kelâmiyyedir. Risâle-i Nur tam halletmiş.

Dinle
-