Elcevab: Enbiyadan sonra nev’-i beşerin en efdali sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemâatın icmâı bir hüccet-i katıadır ki, o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz’iyye hakkındadır. Çünki cüz’î fazilette ve hususî bir kemâlde, mercuh râcihe tereccuh edebilir. Yoksa Sûre-i Feth’in âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbâniyyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur’anın medih ve senasına mazhar olan sahabelere, fazilet-i külliyye nokta-i nazarında yetişilemez. Şu hakikatın pekçok esbab ve hikmetlerinden, şimdilik üç sebebi tazammun eden üç hikmeti beyân edeceğiz:
Birinci Hikmet: Sohbet-i Nebeviyye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envarına mazhar olur. Çünki; Sohbette insibağ ve in’ikâs vardır. Mâlûmdur ki: İn’ikâs ve tebaiyyetle, o Nur-u Âzam-ı Nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasılki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyyeti ile öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ Celâleddin-i Süyutî gibi, uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (A.S.M.) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki; Sahabelerin sohbeti, Nübüvvet-i Ahmediyye (A.S.M.) nûruyla, yâni Nebi olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyalar ise, vefat-ı Nebevîden sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı görmeleri, velâyet-i Ahmediyye (A.S.M.) nuruyla sohbettir. Demek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın onların nazarlarına temessül ve tezahür etmesi, velâyet-i Ahmediyye (A.S.M.) cihetindedir; nübüvvet itibariyle değil. Mâdem öyledir; nübüvvet derecesi, velâyet derecesinden ne kadar yüksek ise, o iki sohbet de o derece tefavüt etmek lâzım gelir. Sohbet-i Nebeviyye ne derece bir iksîr-i nûrani olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet-i vahşiyânede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i Nebeviyyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmâneyi kesbederdi. Hem câhil, vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviyyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi, o mütemeddin kavimlere muallim-i hakaik ve rehber-i kemâlât olurdu.
İkinci Sebeb: Yirmiyedinci Söz’deki içtihad bahsinde beyân ve isbat edildiği gibi; sahabeler, ekseriyyet-i mutlaka itibariyle kemalât-ı insânîyyenin en a’lâ derecesindedirler. Çünki; o zamanda, o inkılâb-ı azîm-i İslâmîde hayır ve hak bütün güzelliğiyle, şer ve bâtıl bütün çirkinliğiyle görülmüş ve maddeten hissedilmiş.