Elcevab: Bir temsil ile, şu ulvî hakikata şöyle bir işaret ederiz ki, meselâ: Gayet güzel ve şa’şaalı bir bağda muhteşem bir zât gayet büyük bir ziyâfet, gayet müzeyyen bir seyrangâh öyle bir sûrette ihzâr etmiş ki: Kuvve-i zâikanın hissedecek bütün lezâiz-i mat’ûmatı câmi’, kuvve-i bâsıranın hoşuna gidecek bütün mehâsini şâmil, kuvve-i hayaliyyeyi keyiflendirecek bütün garâibi müştemil ve hâkezâ.. bütün havass-ı zâhire ve bâtınayı okşayacak ve memnun edecek herşeyi içine koymuştur. Şimdi iki dost var. Beraber o ziyâfete giderler. Bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat, birisinin kuvve-i zâikası pek az olduğundan cüz’î zevk alır. Gözü de az görüyor. Kuvve-i şâmmesi yok. Sanayi-i garibeden anlamaz. Hârika şeyleri bilmez. O nüzhetgâhın, binden ve belki milyondan birisini, kabiliyeti nisbetinde ancak zevkederek istifâde eder.
Diğeri; ise bütün zâhirî ve bâtınî duyguları, akıl ve kalb ve his ve lâtifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki; o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letâifi ve garâibi ayrı ayrı hissedip zevkederek, ayrı ayrı lezzet aldığı halde o dost ile omuz omuzadır. Mâdem, bu karmakarışık, elemli ve daracık şu dünyada böyle oluyor. En küçük ile en büyük beraber iken, serâdan süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette dar-ı saadet ve ebediyyet olan Cennet’te bittarîk-ıl-evlâ: Dost, dostu ile beraber iken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmânürrahîm’den, istidadları derecesinde hisselerini alırlar. Bulundukları cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mâni olmaz.
Çünki: Cennet’in sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı A’zamdır. Nasılki mahrutî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir.. fakat, birbirinin güneş görmelerine mâni olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de: Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehâdîsin mütenevvi rivâyâtı işaret ediyor.
Sual: Ehâdîste denilmiş: “Huriler yetmiş hulleyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.” Bu ne demektir? Ne mânası var? Nasıl güzelliktir?
Elcevab: Mânası pek güzeldir ve güzelliği pek şirindir. Şöyle ki: Şu çirkin, ölü, câmid ve çoğu kışır olan dünyada; hüsün ve cemâl, yalnız göze güzel görünüp, ülfete mâni olmazsa, yeter. Halbuki: Güzel, hayatdar, revnakdar, bütün kışırsız lüb ve kabuksuz iç olan Cennet’te; göz gibi bütün insânın duyguları, lâtifeleri cins-i lâtif olan hûrîlerden ve hûrîler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennet’teki nisâ-i dünyeviyyeden ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler.