İKİNCİ NOKTA: Herbir zerrede, Vâcib-ül vücûd’un vücûduna ve vahdetine iki şâhid-i sâdık vardır. Evet zerre acz ve cümûduyla beraber şuurkârane büyük vazifeleri yapmakla, büyük yükleri kaldırmakla Vâcib-ül vücûd’un vücûduna katî şehadet ettiği gibi, harekâtında nizâmat-ı umumiyyeye tevfik-i hareket edip her girdiği yerde ona mahsus nizâmatı müraat etmekle, her yerde kendi vatanı gibi yerleşmesiyle; Vâcib-ül Vücûd’un vahdetine ve mülk ve melekûtun mâliki olan Zâtın ehadiyyetine şehadet eder. Yâni zerre kimin ise, gezdiği bütün yerler de onundur. Demek zerre, -çünki âcizdir, yükü nihayetsiz ağırdır ve vazifeleri nihayetsiz çoktur- bir Kadîr-i Mutlak’ın ismiyle, emriyle kaim ve müteharrik olduğunu bildirir. Hem kâinatın nizâmat-ı külliyyesini bilir bir tarzda tevfik-i hareket etmesi ve her yere mânisiz girmesi; tek bir Alîm-i Mutlak’ın kudretiyle, hikmetiyle işlediğini gösterir. Evet nasılki bir nefer; takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında ve hâkezâ herbir dairede birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi olduğunu ve o nisbetleri, o vazifeleri bilmekle tevfik-i hareket etmek, nizâmat-ı askeriyye tahtında tâlim ve tâlimat görmekle bütün o dairelere kumanda eden birtek kumandan-ı âzamın emrine ve kanununa tebaiyyetle oluyor. Öyle de; herbir zerre, birbiri içindeki mürekkebatta birer münâsib vaziyeti, ayrı ayrı maslahatlı birer nisbeti, ayrı ayrı muntâzam birer vazifesi, ayrı ayrı hikmetli neticeleri bulunduğundan elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve hikmetleri bozmayacak bir tarzda yerleştirmek; bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir Zâta mahsustur. Meselâ: Tevfik’in (*) göz bebeğinde yerleşen zerre, gözün asab-ı muharrike ve hassâse ve şerâyin ve evride gibi damarlara karşı münâsib vaziyet alması ve yüzde ve sonra başta ve gövdede, daha sonra heyet-i mecmua-i insânîyyede herbirisine karşı birer nisbeti, birer vazifesi, birer faydası kemâl-i hikmetle bulunması gösteriyor ki; bütün o cismin bütün âzâsını icad eden bir zât, o zerreyi o yerde yerleştirebilir. Ve bilhassa rızk için gelen zerreler, rızk kafilesinde seyr ü sefer eden o zerreler, o kadar hayret-fezâ bir intizâm ve hikmetle seyr ü seyahat ederler ve öyle tavırlarda, tabakalarda intizâmperverane geçip gelirler ve öyle şuurkârane ayak atıp hiç şaşırmayarak gele gele tâ beden-i zîhayatta dört süzgeçle süzülüp rızka muhtaç âza ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamrâya yüklenip bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedâhe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzâk-ı Kerîm, bir Hallâk-ı Rahîm’dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.
(*) Nur’un birinci kâtibidir.