Hem mâdem ruh cisme hâkim olduğu gibi; câmid maddelerde dahi kaderin yazdığı evâmir-i tekviniyye, o maddelere hâkimdir. O maddeler, kaderin ma’nevî yazısına göre mevki ve nizâm alabilirler. Meselâ: Yumurtaların enva’ında ve nutfelerin aksamında ve çekirdeklerin esnafında ve tohumların ecnasında kaderin ayrı ayrı yazdığı evâmir-i tekvîniyye cihetiyle ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde îtibariyle mâhiyetleri (Haşiye-1) bir hükmünde olan o maddeler, hadsiz muhtelif mevcûdâta menşe’ oluyorlar. Ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Elbette hidemat-ı hayatiyye ve hayattaki tesbihat-ı Rabbâniyyede defaatla bir zerre bulunmuş ise ve hizmet etmiş ise, o zerrenin ma’nevî alnında o mânaların hikmetlerini, hiçbir şey’i kaybetmeyen kader kalemiyle kaydetmesi; mukteza-yı ihâta-i ilmîdir. Ve şunda pek muazzam bir “Kanun-u İlm-i Muhit”in ucu görünüyor.
Öyle ise zerreler (Haşiye-2) başı boş değiller.
Netice-i Kelâm: Geçmiş yedi kanun, yâni Kanun-u Rubûbiyyet, Kanun-u Kerem, Kanun-u Cemâl, Kanun-u Rahmet, Kanun-u Hikmet, Kanun-u Adl, Kanun-u İhatâ-i ilmî gibi pekçok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer İsm-i A’zam ve o İsm-i A’zamın tecellî-i â’zamını gösteriyor. Ve o tecellîden anlaşılıyor ki: Sâir mevcûdât gibi şu dünyadaki tahavvülât-ı zerrat dahi, gayet âli hikmetler için kaderin çizdiği hudud üzerine kudretin verdiği evâmir-i tekvîniyyeye göre hassas bir mîzan-ı ilmî ile cevelân ediyorlar. Âdeta başka yüksek bir âleme (Haşiye-3) gitmeğe hâzırlanıyorlar. Öyle ise zîhayat cisimler, o seyyah zerrelere güya birer mekteb, birer kışla, birer misafirhane-i terbiye hükmündedir. Ve öyle olduğuna bir hads-i sâdıkla hükmedilebilir.
Haşiye-1: Evet bütün onlar dört unsurdan mürekkeptir. Müvellid-ül-Mâ, müvellid-ül-humuza, azot, karbon gibi maddelerden teşkil olunuyorlar. Maddece bir sayılabilirler. Farkları yalnız kaderin ma’nevî yazı-sındadır.
Haşiye-2: Şu cevap, yedi “Mâdem” kelimelerine bakar.
Haşiye-3: Çünki: Bilmüşâhede gayet cevvâdâne bir faaliyetle şu âlem-i kesif ve süflîde pek kesretle nur-u hayatı serpmek ve iş’al etmek, hattâ en hasis maddelerde ve taaffün etmiş cisimlerde kesretle taze bir nur-u hayatı ışıklandırmak, o kesif ve hasis maddeleri nur-u hayatla letafetlendirmek, cilâlandırmak; sarahate yakın işaret ediyor ki: Gayet lâtif, ulvî, nazif, hayattar diğer bir âlemin hesabına şu kesif, câmid âlemi; zerratın hareketiyle, hayatın nuruyla cilâlandırıyor, eritiyor, güzelleştiriyor. Güya lâtif bir âleme gitmek için, zînetlendiriyor. İşte, beşer haşrini aklına sığıştıramayan dar akıllı adamlar, Kur’anın nuruyla rasad etseler görecekler ki: Bütün zerratı bir ordu gibi haşredecek kadar muhit bir “Kanun-u Kayyûmiyyet” görünüyor. Bilmüşâhede tasarruf ediyor.