Öyle bir tarzda şekl-i umumîsinin hududunu tâyin eder ki, “Alîm, Hakîm” ismini gösterir. Sonra, ilim ve hikmet cetveliyle, o hudud içinde, o şeyin tasvirine başlar. Öyle bir tarzda ki, sun’ ve inâyet mânâlarını ve “Sâni’ ve Kerim” isimlerini gösteriyor. Sonra san’atın yed-i beyzasıyla, inâyetin fırçasıyla o sûretin, -eğer birtek insân ve birtek çiçek ise- göz, kulak, yaprak, püskül gibi azalarına bir hüsün, bir zînet renkleri veriyor. Eğer zemin ise; maadin, nebâtat ve hayvanatına bir hüsün ve zînet renkleri veriyor. Eğer Cennet ise; bağlarına, kasırlarına, hurilerine bir hüsün ve zînet renkleri veriyor ve hâkezâ... Başkalarını kıyas et.
Hem öyle bir tarzda tezyin ve tenvir eder ki: Lütuf ve Kerem mânâları, onda o derece hükmediyor ki; âdeta o mevcûd-u müzeyyen, o masnu-u münevver; bir lütf-u mücessem, bir kerem-i mütecessid hükmüne geçer. “Lâtif ve Kerim” ismini zikreder. Sonra o lütuf ve keremi, şu cilveye sevkeden, elbette teveddüd ve taarrüftür, yâni: Kendini zîhayata sevdirmek ve zîşuura bildirmek şe’nleridir ki, “Lâtif, Kerim” isimlerinin arkalarında “Vedud ve Maruf” isimlerini okutuyor ve masnuun lisan-ı halinden işitiliyor. Sonra o müzeyyen mevcûdu, o güzel mahlûku, leziz meyveler, sevimli neticelerle süslendirip, zînetten ni’mete, lütuftan rahmete çevirir. “Mün’im ve Rahîm” ismini okutturur ve zâhirî perdeler arkasında, o iki ismin cilvesini gösterir. Sonra bu Rahîm ve Kerim’i, (Müstağni-i Ale-l-ıtlak olan Zât’ta) bu cilveye sevkeden, elbette bir terahhum, tahannün şe’nleridir ki; ism-i “Hannan ve Rahmân”ı okutturuyor ve gösteriyor. Şu terahhum, tahannün mânâlarını cilveye sevkeden, elbette bir cemâl ve kemâl-i zâtîdir ki, tezahür etmek ister. “Cemil” ismini ve Cemil isminde münderiç olan “Vedud ve Rahîm” isimlerini okutturuyor. Çünki: cemâl, bizzât sevilir. Zîcemâl ve cemâl, kendi kendini sever. Hem hüsündür, hem muhabbettir. Kemâl dahi, bizzât mahbubdur, sebebsiz olarak sevilir. Hem muhibdir, hem mahbubdur. Mâdem nihayetsiz derece-i kemâlde bir cemâl ve nihayetsiz derece-i cemâlde bir kemâl; nihayet derecede sevilir, muhabbete ve aşka lâyıktır. Elbette âyinelerde ve âyinelerin kabiliyetlerine göre lemaâtını ve cilvelerini görmek ve göstermekle tezahür etmek ister. Demek Sâni’-i Zülcelâl’in ve Hakîm-i Zülcemâl’in ve Kadîr-i Zülkemâl’in zâtındaki cemâl-i zâtî ve kemâlât-ı zâtîyyesi, terahhum ve tahannün ister ve “Rahmân ve Hannan” isimlerini tecelliye sevkeder. Terahhum ve tahannün ise, rahmet ve ni’meti göstermekle “Rahîm ve Mün’im” isimlerini cilveye sevkeder. Rahmet ve ni’met ise; teveddüd, taarrüf şe’nlerini iktiza edip “Vedud ve Maruf” isimlerini tecelliye sevkeder. Masnuun bir perdesinde onları gösterir, teveddüd ve taarrüf ise; lütuf ve kerem mânâlarını tahrik eder. “Lâtif ve Kerim” isimlerini masnuun bâzı perdelerinde okutturuyor.