Ve hadsiz arzuların ve makasıdın tahsiline, semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücûdunu yüklenemediği halde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir. Daha cehenneme gitmeden cehennem azabını çeker.
Evet, şu elîm elemi ve dehşetli ma’nevî azabı hissetmemek için, ehl-i dalâlet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman yâni, kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünki: Cenâb-ı Hakk’a hakikî abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek. Halbuki o cüz’î ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücûdunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler tâife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehşeti içinde her vakit kendine müdhiş görünen kabir kapısına bakıyor. Hem bu vaziyette iken insânîyyet itibariyle nev’-i insânî ile ve dünya ile alâkadar olduğu halde, dünyayı ve insânı; Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerim bir zâtın tasarrufunda tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ehvali ve insânın ahvâli, onu daima iz’ac eder. Kendi elemiyle beraber insânların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galası, fena ve zevali, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet sûretinde onu tazib eder.
Hem şu haldeki insân, merhamet ve şefkate lâyık değildir. Çünki: Kendi kendine bu dehşetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Söz’de kuyuya girmiş iki kardeşin müvazene-i halinde denildiği gibi; nasıl bir adam, güzel bir bahçede, güzel bir ziyâfette, güzel ahbablar içinde, nezahetli, tatlı, namuslu, hoş, meşru bir lezzet ve eğlenceye kanaat etmeyip, gayr-ı meşru ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir şarabı içse, sarhoş olup kendini kış ortasında, pis bir yerde ve hattâ canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip bağırıp çağırsa nasıl merhamete lâyık değil. Çünki: Ehl-i namus ve mübârek arkadaşlarını canavar tasavvur eder, onlara karşı hakaret eder. Hem ziyâfetteki leziz taamları ve temiz kapları; mülevves, pis taşlar tasavvur eder, kırmağa başlar. Hem mecliste muhterem kitabları ve mânidar mektupları mânâsız ve âdi nakışlar tasavvur eder, yırtarak ayak altına atar ve hâkezâ... Böyle bir şahıs, nasıl merhamete müstehak değil. Belki tokata müstehaktır. Öyle de: Sû’-i ihtiyarından neş’et eden küfür sarhoşluğu ile ve dalâlet divaneliğiyle Sâni’-i Hakîm’in şu misafirhane-i dünyasını, tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip ve cilve-i Esmâ-i İlâhiyyeyi tazelendiren masnuatın, zamanın geçmesiyle vazifelerinin bittiğinden âlem-i gayba geçmelerini, adem ile îdam tasavvur ederek ve tesbihat sadalarını, zeval ve firak-ı ebedî vaveylâsı olduklarını tahayyül ettiğinden ve mektûbât-ı Samedâniyye olan şu mevcûdât sahifelerini, mânâsız, karmakarışık tasavvur ettiğinden ve âlem-i rahmete yol açan kabir kapısını zulümat-ı adem ağzı tasavvur ettiğinden