Sözler | KONFERANS | 769
(747-774)

Acaba eblehlik ve sâfderunluk olmaz mı ki: Kur’an ve îmanın hunhar ve müstebid zâlim düşmanları; Kur’an ve İslâmiyet’i ve dini Risâle-i Nur’la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemâdiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakîkatı beyân ve ilân etmekte sükût edelim, susalım veya “Biraz susun” gibi birşeyle, paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Aslâ ve kellâ, kat’â ve aslâ susmayacağız!.. Ve hem susturamıyacaklardır. Durmayacağız ve hem durduramıyacaklardır... Bu can bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh bu cesedden ayrılıncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar; Risâle-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz. Risâle-i Nur’un mahz-ı hakîkat ve ayn-ı hak olduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan tamamıyla münezzeh ve müberra olduğunu, iftiracı ve tertipçi, hunhar din düşmanlarına mukabil, izhar ve ilân edeceğiz...

Kıymetli kardeşlerim! İslâm tarihinde, altın sahifelerde mevkileri bulunan, büyük ve nazîrsiz zâtlar meydana gelmiştir. O misilsiz zâtların tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalı feylesofun eseriyle kabil-i kıyas olmayacak derecede emsâlsizdir. O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhîleri, herhangi bir hükûmetin, senelerce ağır bir esâret ve koyu bir istibdâdı tahtında olmaksızın, Kur’an ve İslâmiyet’e hakkıyla ve hâlis bir sûrette hizmet etmişlerdi. Tarihte eşine rastlanmayan bir istibdâd-ı mutlak ve eşedd-i zulüm altında ve dehşetli bir esaret içinde bırakılan ve kendini ve eserlerini imhâ etmeye çalışan din düşmanlarına mukabil, bir şahs-ı ma’nevî olan Bediüzzaman Said Nursî, Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimizin sünnetine tam ittiba ederek yaptığı dinî cihad-ı ekberinde, beşer târihinde misli görülmemiş bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur...

Bediüzzaman gibi, yüz otuz parça îmanî eserlerini şiddetli bir istibdad, tazyikat ve takyidat altında, gizliden gizliye te’lif edebilmek, hem kuvvetli bir takvâ ve ubûdiyyete sahib olmak ve hem bunlarla beraber, harb cephesinde de fedâi olarak gönüllü askerleriyle muharebe etmiş olmak ve harb cephesinde, avcı hattında dahi, fırsat buldukça Kur’anın en ince nüktelerini ve hârika i’câzını beyân eden bir Kur’an tefsiri te’lif etmiş olmak ve aynı zamanda nefs mücâdelesinde de galib olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti gasbedilerek, ücra bir köye sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassudlar ve her türlü azablar içinde ablukaya alınıp,

Dinle
-