Lemalar | Otuzuncu Lema | 313
(304-356)

Çünkü; müteaddid eller bir işe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki pâdişâh, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa; o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi.. en ednâ bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahalesini kabul etmemesi gösteriyor ki; hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklâl ve infiraddır. Demek intizam, vahdeti; ve hâkimiyet infiradı iktiza eder. Mâdem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse elbette derece-i rubûbiyette hakîki bir hâkimiyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlak’da bütün şiddetiyle müdahaleyi reddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdahale olsaydı, intizam bozulacaktı. Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki; bir çekirdeği halketmek için, bir ağacı halkedebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halketmek için de kâinatı halkedebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümûnesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki Rubûbiyet, bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise, muhâlâtın ve bâtıl hayâlâtın en ma’nasız ve en uzak bir muhâlidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyatını mîzan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlak’ın aczini, hatta bir çekirdekte dahi iktiza eden şirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilaf, bir hata, bir yalan olduğunu.. ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakîkat ve doğru olduğunu bil, “ELHAMDÜLİLLÂHİ ALE’L-ÎMAN” de!..

Üçüncü Nokta: Sâni-i Kadîr, İsm-i Hakem ve Hakîm’iyle bu âlem içinde binler muntazam âlemleri dercetmiştir. O âlemler içinde en ziyâde kâinattaki hikmetlere medâr ve mazhar olan insanı, bir merkez, bir medâr hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dâiresinin en mühim hikmetleri ve faideleri, insana bakıyor. Ve insan dâiresi içinde dahi, rızkı bir merkez hükmüne getirmiş. Âlem-i insânîde ekser hikmetler, maslahatlar; o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Ve insanda şuur ve rızıkta zevk vâsıtasiyle İsm-i Hakîm’in cilvesi parlak bir sûrette görünüyor. Ve şuur-u insanî vâsıtasiyle keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakem isminin, bir nevide bir cilvesini târif ediyor. Meselâ Tıb Fenninden sual olsa: “Bu kâinat nedir?” Elbette diyecek ki: “Gâyet muntazam ve mükemmel bir eczahâne-i kübrâdır. İçinde herbir ilâç güzelce ihzar ve istif edilmiştir.” Fenn-i Kimya’dan sorulsa: “Bu Küre-i Arz nedir?” Diyecek: “Gâyet muntazam ve mükemmel bir kimyahânedir.” Fenn-i Makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmayan gâyet mükemmel bir fabrikadır.” Fenn-i Ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsûldar, her nevi hubûbu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir.” Fenn-i Ticaret diyecek: “Gâyet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok san’atlı bir dükkândır.

Ses Yok