Lemalar | Otuzuncu Lema | 315
(304-356)

Ve ma’lûm ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri ve hikmetleri ve faideleri ta’kib etmek; ihtiyar ile, irade ile, kasd ile, meşîet ile olabilir; başka olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbâb ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz. Demek bu kâinatın bütün mevcûdâtındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtar’ı, bir Sâni-i Hakîm’i bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divânelik olduğu târif edilmez.Evet, dünyada en ziyâde hayret edilecek birşey varsa, o da bu inkârdır. Çünkü; kâinatın mevcûdâtındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle, vücûd ve vahdetine şâhidler bulunduğu halde; onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hatta diyebilirim ki; ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücûdunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestaîler, en akıllılarıdır. Çünkü kâinatın vücûdunu kabul etmekle ALLAH’a ve Hâlıkına inanmamak, kabil ve mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler. “Hiçbir şey yok” diyerek akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sâir münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup, bir derece akla yanaştılar.

Dördüncü Nokta: Onuncu Söz’de işâret edildiği gibi: Bir Sâni-i Hakîm ve gâyet hikmetli bir usta, bir sarayın herbir taşında yüzer hikmeti hassasiyetle ta’kib etse, sonra o saraya dam yapmayıp boşuboşuna harab olmasiyle ta’kib ettiği hadsiz hikmetleri zâyi’ etmesini hiçbir zîşuur kabul etmediği; ve bir Hakîm-i Mutlak, kemâl-i hikmetinden bir dirhem kadar bir çekirdekten yüzer batman faideleri, gayeleri, hikmetleri dikkatle ta’kib ettiği halde; dağ gibi koca ağaca bir dirhem kadar bir tek faide, bir tek küçük gaye, bir tek meyve vermek için o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıd ve muhâlif olarak müsrifane bir sefahet irtikâb etmesi hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de; bu kâinat sarayının herbir mevcûdâtına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden, hatta herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ve hesaba gelmeyen hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri ma’nasız, abes, boş, faidesiz zâyi’ etmesi, o Kadîr-i Mutlak’ın kemâl-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak’ın kemâl-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak’ın cemâl-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve o Âdil-i Mutlak’ın kemâl-i adâletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adâleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhâldir ki; hadsiz bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalâlet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir kuyu olduğunu görsün.

Ses Yok