Ve o iâşe, ihya fiilleri içinde, aynı zamanda o zîhayatın cesedini tanzim, techiz fiilleri müşahede olunuyor. Ve o iâşe, ihya, tanzim, teçhiz fiilleri içinde; aynı vakitte tasvir, terbiye ve tedbir fiilleri nazara çarpıyor. Ve hâkeza.. böyle muhit ve umûmî ef’âlin birbiri içine tedahülü ve girift olması.. ve ziyâdaki yedi renk gibi imtizaç belki ittihad etmesi haysiyetiyle; ve o ef’âlin herbiri mâhiyetçe bir birlik ve vahdet içinde ekser mevcûdâta ihâtası ve şümûlü.. ve vahdanî birer fiil olduğundan, her halde fâilinin bir tek Zât olması.. ve herbiri umum kâinatı istilâ etmesi.. ve sâir ef’âl ile muâvenetdarane birleşmesi i’tibâriyle, kâinatı tecezzi kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği gibi; zîhayat mahlûkların herbirisi, kâinatın bir çekirdeği, bir fihristesi, bir nümûnesi hükmünde olduğundan, kâinatı Rubûbiyet noktasında tecezzi ve inkısamı imkân haricinde bir küllî hükmüne getirmiştir. Demek kâinat öyle bir külldür ki; bir cüz’e Rab olmak, umum o külle Rab olmakla olur. Ve öyle bir küllîdir ki; herbir cüz’, bir ferd hükmüne geçip, bir tek ferde Rubûbiyetini dinlettirmek, umum o küllîyi müsahhar etmekle olabilir.
Altıncı İşâret: Ferdiyet-i Rabbânîye ve Vahdet-i İlâhîyye, bütün kemâlâtın (Hâşiye) medârı, esası olduğu ve kâinatın hilkatindeki hikmetlerin ve maksadların menşei ve mâdeni olduğu gibi, zîşuur ve zîaklın, husûsan insanların metâlibinin ve arzularının husûl bulmasının menbaı ve çare-i yegânesidir. Eğer Ferdiyet olmazsa, beşerin bütün metâlib ve arzuları sönecek. Hem hilkat-ı kâinatın neticeleri hiçe inecek, hem mevcûd ve muhakkak olan ekser kemâlâtın in’idâmına vesîle olacak. Meselâ: İnsanda en şedid ve sarsılmaz ve aşk derecesinde bir arzuyu beka var. Ve o matlabı vermek için, bütün kâinatı sırr-ı ferdiyetle kabzasında tutan ve bir menzili kapayıp öbür menzili açmak gibi kolay bir sûrette dünyayı kapayıp Âhireti açabilir bir Zât, o arzuyu bekayı yerine getirebilir. Ve bu arzu gibi, ebede uzanmış ve kâinatın etrafına yayılmış, beşerin binler arzuları, Sırr-ı Ferdiyete ve Hakîkat-ı Tevhide bağlıdırlar. Eğer o ferdiyet olmazsa; onlar olmaz, akîm kalırlar. Ve vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden bir Zât-ı Ferd olmazsa, o matlablar yerine gelmez. Faraza gelse de çok nâkıs olur.
------------------------------------------------------------(Hâşiye): Hatta hadsiz kemâl ve cemâl-i İlâhînin tahakkukuna en zâhir bürhan ve en kuvvetli bir delil, vahdettir. Çünkü: Kâinatın Sânii Vâhid-i Ehad bilinse, bütün kâinattaki kemâlât ve cemâller, o Sâni-i Vâhid’de bulunan kudsî kemâlâtın ve cemâllerin gölgeleri ve cilveleri ve işâretleri ve tereşşuhatları olduğu bilinecek. Yoksa kâinatın kemâlâtı ve cemâlleri, mahlûkata ve şuursuz bir kısım esbâba âid kalacaktı. O vakit akl-ı beşer nazarında Kemâlât-ı İlâhîyyenin hazine-i sermediyesi anahtarsız, meçhul kalırdı...