Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân dahi, gâyet hararetle ve şiddetle ve pek çok tekrar ile tevhidi gösterip; şirki, iştiraki azîm tehdidlerle reddediyor.
İşte Rubûbiyetteki Hâkimiyet-i İlâhîyye, tevhid ve vahdeti kat’i bir sûrette iktiza ettiği ve gâyet kuvvetli bir dâîyi ve gâyet şiddetli bir mukteziyi gösterdiği gibi, kâinat yüzündeki nihayet derecede mükemmel ve mecmu-u kâinattan, yıldızlardan tut tâ nebâtât, hayvânât, maâdin.. tâ cüz’iyat ve efrada ve zerrelere kadar görünen intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmel; o Ferdiyete, o Vahdete hiçbir cihetle şübhe getirmez bir şâhid-i âdil, bir bürhan-ı bahirdir. Çünkü; gayrın müdahalesi olsa, bu gâyet hassas nizam ve intizam ve müvazene-i kâinat elbette bozulacaktı ve intizamsızlık eseri görünecekti.
Âyetinin sırriyle, bu harika mükemmel nizam-ı kâinat karışacaktı ve fesada girecekti. Halbuki
Âyetiyle zerrattan tâ seyyarata, Ferşten tâ Arşa kadar hiçbir cihetle kusur ve noksan ve müşevveşiyet eseri görülmediğinden, gâyet parlak bir sûrette, bu nizam-ı kâinat ve şu intizam-ı mahlûkat ve şu müvazene-i mevcûdât, İsm-i Ferd’in cilve-i âzamını gösterip vahdete şehâdet eder. Hem Cilve-i Ehadiyet sırriyle, en küçük bir zîhayat mahlûk, kâinatın bir misâl-i musağğarası ve küçük bir fihristesi hükmünde olduğundan; o tek zîhayata sâhib çıkan, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan zât olabilir. Ve bir çekirdek, hilkatçe bir ağaçtan geri olmadığı; ve bir ağaç, küçük bir kâinat hükmünde olduğu.. herbir zîhayat dahi, küçük bir kâinat ve küçük bir âlem hükmünde olduğundan; bu Sırr-ı Ehadiyet cilvesi, şirk ve iştiraki muhâl derecesine getiriyor...
Bu kâinat, o sır ile; değil yalnız tecezzi kabul etmez bir külldür; belki mâhiyetçe, inkısam ve iştiraki ve tecezzisi imkânsız ve müteaddid elleri kabul etmez bir küllî hükmüne geçtiğinden; ondaki herbir cüz’, bir cüz’î ve bir ferdî hükmünde; ve o küll dahi, bir küllî hükmünde olduğundan, hiçbir cihetle iştirakin imkânı olmuyor. Bu İsm-i Ferd’in cilve-i âzamı; hakîkat-ı tevhidi, bu Sırr-ı Ehadiyetle bedahet derecesinde isbat ediyor.
Evet kâinatın envâları birbiri içine girift olması ve kenetleşmesi; ve herbirinin vazifesi umuma baktığı cihetle; kâinatı Rubûbiyet ve îcad noktasında tecezzi kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği misillü; kâinatta faaliyet gösteren ef’âl-i umûmîye-i muhita dahi, birbirinin içinde tedahül cihetiyle, yâni; meselâ hayat vermek fiili içinde, aynı anda iâşe ve terzîk fiili görünüyor.