Lemalar | Otuzuncu Lema | 328
(304-356)

Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki; gaflet perdesi altında mürûr-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir. Zât-ı Muhammediye (A.S.M.) ise, onları menba-ı hakîkisinden (Zât-ı Akdes’ten) turfanda, taze olarak, fevkalâde isti’dâdiyle almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binâen O Zât; bir tek tesbihten, başkasının bir sene ibâdeti kadar feyiz alabilir.

İşte bu nokta-i nazardan Zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i kemâlâtta ne derece terakki ettiğini kıyas et.

Üçüncüsü: Bu kâinatın Hâlikı, bu kâinattaki bütün makasıdının en ehemmiyetli medârı nev-i insan olduğundan ve bütün Hitâbât-ı Sübhaniyenin en anlayışlı bir muhatabı nev-i beşer olduğundan; o nev-i beşer içinde en meşhur, en namdar; ve âsâriyle ve icraatiyle en mükemmel, en muhteşem ferd olan Zât-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) o nev’ nâmına, belki umum kâinat hesabına kendine muhatab eden Zât-ı Ferd-i Zülcelâl, elbette onu hadsiz kemâlâtta hadsiz feyzine mazhar etmiştir.

İşte bu üç nokta gibi çok noktalar var. Kat’i bir sûrette isbat ederler ki; şahsiyet-i Ma’nevîye-i Muhammediye (A.S.M.), kâinatın ma’nevî bir Güneşi olduğu gibi, bu kâinat denilen Kur’ân-ı Kebîr’in Âyet-i kübrâsı ve o Furkan-ı Âzam’ın İsm-i Â’zamı ve İsm-i Ferd’in Cilve-i Âzamının bir âyinesidir. Kâinatın umum zerratının umum zamanlarındaki umum dakikalarının bütün âşirelerine darbedilip, hasıl-ı darb adedince o Zât-ı Ahmediye’ye salât ü selâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden inmesini, Zât-ı Ferd-i Ehad-i Samed’den niyaz ediyoruz!..


Ses Yok