Lemalar | Otuzuncu Lema | 324
(304-356)

O halde o neticeleri, o semâvî manevrayı ve arzî mevsimleri tahsil etmek için Küre-i Arz’dan bin def’a büyük milyonlarla yıldızlar ve küreler, milyonlar sene uzun bir mesafeyi her yirmi dört saatte, herbir senede gezmekle o neticeler gösterilebilir. İşte Küre-i Arz gibi bir tek me’mur, meczub bir mevlevî gibi mihveri ve medârı üstünde iki hareketle hasıl olan o haşmetli neticelerin husulü ise, vahdette ne derece hadsiz suhûlet olduğuna bir misâl olması gibi, aynı neticeleri kazanmak için milyonlar def’a o hareketten daha müşkil ve hadsiz uzun yollar ile o neticeleri kazanmak ne derece müşkilatlı, belki muhâl olduğuna; şirk ve küfrün yolunda ne derece muhâller, bâtıl şeyler bulunduğuna misâldir.

Esbâba tapanların ve tabiatperestlerin cehaletlerine bu misâl ile bak. Meselâ: “Bir zât harika bir fabrikanın veya acib bir saatin veya muhteşem bir sarayın veya mükemmel bir kitabın gâyet muntazam bir sûrette eczalarını, çarklarını fevkalâde san’atiyle hazır ettikten sonra, kendisi kolayca o eczaları terkib edip işletmeyerek, belki çok uzun masraflarla o eczaları kendi kendine işlemek ve o usta yerine fabrikayı, sarayı, saati yapmak, kitabı yazmak için herbir cüz’ü, herbir çarkı, hatta kâğıdı, kalemi birer harika makine hükmüne getiriyor. Ve teşhirini çok istediği bütün hünerlerini, kemâlâtını izhâra vesîle olan o üstadlığını ve san’atını onlara havale ediyor” diye zannetmek, ne derece akıldan uzak ve cehalet olduğunu anlarsın! Aynen öyle de; esbâba ve tabiatlara îcad isnad edenler, muzaaf bir cehalete düşerler. Çünkü; tabiatların ve sebeblerin üstünde dahi gâyet muntazam bir eser-i san’at var; onlar da sâir mahlûkat gibi masnu’durlar. Onları öyle yapan Zât, onların neticelerini dahi yapar, beraber gösteriyor. Çekirdeği yapan, onun üstünde ağacı o yapar; ve ağacı yapan, onun üstünde meyveleri dahi o îcad eder. Yoksa ayrı ayrı tabiatların, sebeblerin vücûda gelmeleri için, yine muntazam başka tabiatları, sebebleri isteyecekler. Ve hâkezâ gitgide; nihayetsiz, ma’nasız, imkânsız bir silsile-i mevhumatı mevcûd kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, cehaletlerin en antikasıdır.

Beşinci İşâret: Çok yerlerde kat’i delillerle isbat etmişiz ki: Hâkimiyetin en esaslı hassası; istiklâldir, infiraddır. Hatta hâkimiyetin zaîf bir gölgesi; âciz insanlarda dahi, istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdahalesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok pâdişâhlar bu redd-i müdahale haysiyetiyle ma’sûm evlâdlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakîki hâkimiyetin en esaslı hassası ve infikak kabul etmez bir lâzımı ve dâimî bir muktezası; istiklâldir, infiraddır, gayrın müdahalesini reddir.

İşte bu çok esaslı hassa içindir ki, Rubûbiyet-i Mutlaka derecesindeki Hâkimiyet-i İlâhîye, gâyet şiddetle şirki ve iştiraki ve müdahale-i gayrı reddettiğinden,

Ses Yok