Kur’ân-ı Kerîm şu iki hakîkate "Allah’a misil yapmayın!" manasına olan âyetiyle işâret etmiştir.
Delil-i İmkânî: Bu âyetin, Sâni’in vücûduna işâret eden delillerinden birisi de "delil-i imkânî"dir ki, âyetiyle işâret edilmiştir. Bu delilin hülâsası: Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden herbirisinin gerek zâtında, gerek sıfâtında, gerek ahvâlinde ve gerek vücûdunda gayr-i mütenahî imkânlar, ihtimaller, müşkilâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre, gayr-i mütenahî yollardan muayyen bir yola sülûk eder. Ve gayr-i mahdud hallerden, bir vaziyete girer. Ve gayr-ı ma’dud sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intaç eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin mâcerası, lîsan-ı hâliyle, Sâni’in kasıd ve hikmetine delâlet etmez mi?
İşte herbir zerre, -müstakillen- kendi başiyle Sâni’in vücûduna delâlet ettiği gibi, küçük-büyük herhangi bir teşekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz’ olursa, girdiği ve cüz’ olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni’ine olan delâletini muhafaza eder.
Bu âyetin mâkabliyle cihet-i irtibatına gelince:
Vaktâ ki Kur’ân-ı Kerîm: Birincisi, müttaki mü’minler; ikincisi, inadlı kâfirler; üçüncüsü, iki yüzlü münâfıklar olmak üzere insanları üç kısma ayırdı.. ve aralarında taksimat ve teşkilât yaptı. Ve herbir kısmın sıfâtını ve âkibetini beyân etti. Sonra âyetiyle her üç kısma tevcih-i hitab ederek onları ibâdete emir ve da’vet etti. Demek bu âyetin evvelki âyetlere terettübü ve onları ta’kib etmesi; hâne ve binanın mühendisin krokisine, amelin ilme, kaza’nın kadere terettübü ve birbirini ta’kib etmeleri gibidir. Evet evvelki âyetlerde yapılan teşkilât ve taksimat, kroki ve plândan sonra bu âyette, ibâdet binasının yapılmasına emredilmiştir. Ve o âyetlerde verilen bilgi ve ma’lûmattan sonra, bu âyette amel ve ibâdete emredilmiştir.