İkinci kısım saadetin aksamı ise: Evet “mesken”in en latifi, en cazibedar şekli; etraf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen, bağ ve bahçelerle muhat, altında sular, nehirler akan kasr ve köşklerdir. Evet camid kalbleri aşk ve şevkle ihya eden, sönmüş olan ruhları şen ve şâd eden, şâirlere sermaye olarak şâirane teşbihleri, temsilleri, üslûbları ilham eden; sular ile hadravat ve nebâtâttır. Saadetin ikinci esası olan “ekl” ise, me’külat (yiyecek) kuvvet verdiği cihetle, en iyisi, en lezizi, me’luf olan kısımdır. Yâni; insana gârib, vahşi olmayan şeylerdir. Çünkü, ülfetle, o ni’metin derece-i kıymeti bilinir; lezzet verdiği cihetle de lezzetin en büyük lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Ve keza ekl lezzetini ikmal eden esbâbdan biri de, o rızkın kendi amelinin ücreti olduğunu bilmektir; ikinci bir sebeb de o rızkın menbaının dâima gözönünde hazır bulunmasıdır ki, kalbi mutmain olsun, rızk için telaş etmesin. Saadetin esaslarından “nikâh” ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcûd bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefîki; kısm-ı sânî ile ta’bir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zâhirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.
S- Yiyecek, içecek şahsî vücûdu ibka etmek içindir. Çünkü, vücûddan eriyip ayrılan şeylerin yerini doldurup tâmir etmek, yemek ve gıda ile olur. Nikâh da, nev’in bekası içindir. Halbuki âhirette eşhas ebedî olduğundan, vücûdlarında eriyip ayrılan birşey yoktur ki gıdaya ihtiyaç olsun ve âhirette tenasül yoktur ki nikâha lüzum olsun?
C- Yemek, içmek ve nikâhın faideleri, yalnız bekaya ve tenasüle münhasır değildir. Evet şu elemli, kederli âlemde onlarda pek büyük lezzet ve faideler olsun da, lezzetler yeri olan âlem-i saadette ne için daha nezih lezzet ve faideleri olmasın?
S- Bu âlemde lezzet, elemin def’inden hasıl olur. Halbuki âhirette elem yoktur?
C- Elemin def’i, lezzetin sebeblerinden biridir. Yoksa lezzet, ona münhasır değildir. Ve keza, âlem-i ebedînin bu âleme benzetilmesi, kıyas-ı maalfârıktır.