Arkadaş! Kâinat dediğimiz şu apartman-ı İlâhî; öyle ulvî, yüksek, derin, ince nizamlara tâbi ve öyle acib gârib rabıtalara bağlıdır ki, eğer bir duvarı veya bir taşı, “Yerinden çık!” emrine hedef olsa; derhal âlem, ölüm hastalığına düşer, sekerata başlar; yıldızlar arasında müsademeler, ecrâm arasında muharebeler vukua gelir. Şu gayr-ı mütenahi boşluk; pek şiddetli sayhalar, pek dehşetli sâıkalar, pek korkunç sesler, sadâlar, gürültüler ve gümbürtülerle dolar. Evet insan-ı kebîrin ölümü, küçük bir ölüm değildir. Sekerata başladığı zaman, milyarlarca kürelerin çarpışmasından husule gelen fırtınanın ne tasavvuru ve ne tarifi ve ne de görülmesi imkân dâiresinde değildir.
İşte bu şiddetli ölüm ile hilkat bayılır, kâinat yayılır, hilkatın yağı ayranı birbirinden ayrılır. Cehennem maddesiyle, aşiretiyle bir tarafa çekilir; Cennet de letâfetiyle, lezâiziyle ve bütün güzel unsurlariyle tecelli ve incilâ eder.
S: Kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli olarak sâbit bir şekilde yaratılsaydı; böyle tegayyüratlı, inkılâblı, mâil-i inhidam bir sûrette yaratılıp, bilâhere tahribden sonra ebediyete kabil, metîn bir şekilde yapılmasından daha iyi ve daha kısa olmaz mı idi?
C: Vakta ki Cenâb-ı Hak, hikmet-i ezeliye ile inâyet-i ezeliyenin iktizasınca, insanların kabiliyetlerinin tezahürünü ve isti’dâdlarının neşv ü nemasını irâde etmekle, nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu, zararları menfaatlara kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri çirkinliklerle cem’ etti; hepsini birbirine karıştırarak kâinatın hamuru ile beraber yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra, kâinatı tegayyür, tebeddül, tekâmül kanunlarına tâbi tuttu.
Vakta ki imtihan perdesi kapanır ve tecrübe zamanı nihayet bulur ve kâinat tarlasının vakt-i hasadı hulûl eder. Sâni-i Hakîm inâyetiyle, birbiriyle karışık yoğurduğu zıdları tasfiye eder, içlerinden tegayyürü doğuran esbâbı ayırır ve ihtilaf maddelerini tefrik eder. Sonra Cehennem ebede elverişli olarak metin ve kavî bir cisimle teşekkül ederek, hitabına hedef olur. Cennet ise esâsâtiyle beraber ebedî ve muhkem bir şekilde tecelli eder ve münceli olur. Evet gerek Cehennem’i, gerek Cennet’i teşkil eden ecza ve maddeler arasında münâsebet vardır, zıddiyet yoktur. Münâsebet intizamın şartıdır, nizam da devama sebebdir. Ve keza bu iki menzilin halkı da ebedî oldukları için vücûdlarını teşkil eden ecza, tegayyüre ma’rûz değildir. Çünkü, dünyadaki cisimlerinin terkib ve tahlilleri arasında müvazene yoktur.