Zîra inkâr eden küllünü inkâr eder. Binâenaleyh zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar bütün din adamları her asırda icma’ ve ittifakla melâikenin vücûduna ve aralarında muhaverenin sübutuna ve müşahedelerinin tahakkukuna ve onlardan edilen rivayetlerin nakline hükmettikleri halde melâikenin hiçbirisinin insanlara görünmediği veya vücûdları hissedilmediği elbette muhaldir. Kezalik beşerin akaidine karışıp hiçbir zamanda, hiçbir inkılâbda i’tirâzlara ma’rûz kalmayarak devam eden melâike i’tikâdının bir hakîkata, bir asla dayanmaması ve mebadi-i zarûriyeden tevellüd etmemesi muhaldir. Her halde beşerin bu umûmî i’tikâdı, mebadi-i zarûriyeden neş’et eden ve müşahedat vakıalarından hasıl olan ve muhtelif emârelerden tevellüd eden hadsî bir hükmün neticesidir. Evet bu i’tikâd-ı umûmînin sebebi; kat’i bir sûrette ma’nevî bir tevatür kuvvetini veren, pek çok def’alar vukua gelen melâikenin müşahedelerinden hasıl olan zarûri ve kat’i delil ve emârelerdir. Çünkü melâike mes’elesi, beşerin ma’lûmat-ı yakîniyesindendir. Eğer bunda şübhe olursa, beşerin yakîniyatında emniyet kalmaz.
Hülâsa: Ruhanîlerden bir ferdin bir zamanda vücûdu tahakkuk etse, bu nev’in vücûdu tahakkuk eder. Nev’in vücûdu tahakkuk etse, herhalde şerîatın beyân ettiği gibi olacaktır.
Bu âyetin, sâbık âyetle dört vecihle irtibatı vardır:
Birinci Vecih: Bu âyetler, beşere verilen büyük ni’metleri ta’dad ediyor. Birinci âyetle en büyük ni’mete işâret edilmiştir ki; beşer, hilkatın neticesidir ve Arz’ın müştemilâtı ona teshir edilmiştir, istediği gibi tasarruf eder. Bu âyet ile de, beşerin Arz’a hâkim ve halife kılınmış olduğuna işâret edilmiştir.
İkinci Vecih: .........
Üçüncü Vecih: Evvelki âyetle, canlı mahlûkatın meskenleri olan Arz ve semavâta işâret edilmiştir. Bu âyet ile de, o meskenlerin sâkinleri olan beşer ve melâikeye işâret edilmiştir. Ve keza o âyet, hilkatın silsilesine; bu âyet ise, zevil ervâhın silsilesine işâret etmişlerdir.
Dördüncü Vecih: Evvelki âyette hilkatten maksad beşer olduğu ve Hâlık’ın yanında beşerin bir mevki sâhibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmiin zihnine geldi ki: “Bu kadar fesad, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve takdis için şu fesadcı beşerin vücûduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?” Sâmiin bu vesvesesini def’ için şöyle bir işârette bulundu ki: