Ve keza, zaman-ı mâziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki; zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hâdiseleri görsünler.
: Bu ta’bir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yâni Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemâle eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki, fesadlarını izâle edesin. Demek nev’-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki, onların mefsedetlerini setrediyorsun.
Cenâb-ı Hakk’ın müşavere şeklinde melâike ile yaptığı muhavere, melâikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münâsebetleri olduğuna işârettir. Çünkü melâikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kitabet işlerini görüyor. Demek insanlarla alâkaları ziyâde olduğundan, insanların ahvâline ehemmiyet veriyorlar.
: Melâikenin ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddüdlerini reddetmekle, mes’elenin azamet ve ehemmiyetine işârettir.
: Burada mütekellim-i vahde ile da, mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işâret çıkıyor ki: Cenâb-ı Hakk’ın halk ve îcad fiilinde vâsıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vâsıtaların bulunduğuna işârettir. Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle:
âyet-i kerîmesinde azamete delâlet eden zamir-i cem’i, vahiyde vâsıtanın bulunduğuna işâret olduğu gibi; de müfred hükmünde olan Lâfza-i Celâl, ma’naları ilham etmekte vâsıtanın bulunmadığına işârettir.
kelimesinin, kelimesine tercihen zikri: