Tılsımlar Mecmuası | Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Mukaddeme | 48
(47-64)
Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeşittir.
Biri: Tevhîd-i âmî ve zâhirîdir ki “Cenâb-ı Hak birdir: şerîki, nazîri yoktur. Bu kâinat onundur.”
İkincisi: Tevhîd-i hakîkîdir ki, her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden O'nun nuruna karşı bir pencere açıp O'nun birliğine ve her şey O'nun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyyetinde ve rubûbiyyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şerîki ve muîni olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip îman getirmektir ve bir nevi huzur-u dâimî elde etmektir. Biz dahi şu sözde, o hâlis ve âlî tevhîd-i hakîkîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.
Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab, bir perdedir. Çünki: İzzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, Kudret-i Samedâniyyedir. Çünki: Tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelî'nin memurları, Saltanat-ı Rubûbiyyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rubûbiyyetin temâ-şâger nâzırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar; kudretin izzetini, Rubûbiyyetin haşmetini izhar içindir. Tâ umur-u hasise ile kudretin mübâşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için, memurları şerik-i saltanat etmiş değildir. Demek esbab vaz'edilmiş, tâ aklın nazar-ı zâhirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zirâ âyinenin iki veçhi gibi, herşey'in bir “mülk” ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer. Muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri “melekût” dur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zâhir veçhinde, Kudret-i Samedâniyyenin izzetine ve kemâline münâfî hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz'edilmişler. Fakat melekûtiyyet ve hakîkat cânibinde, herşey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir. İzzetine münâfî değildir. Onun için esbab, sırf zâhirîdir; melekûtiyette ve hakîkatte te'sir-i hakîkîleri yoktur.
Hem esbab-ı zâhiriyyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız
şekvaları ve bâtıl îtirazları Âdil-i Mutlak'a tevcih etmemek için, o şek-valara, o îtirazlara hedef olacak esbab vaz'edilmiştir. Çünki; kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i ma’nevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk'a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler, benden küsecekler.” Cenab-ı Hak lisân-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında, musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler.” İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahta hakîkat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmiyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve Kudret-i İlâhiyeye bir perdedir. Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında... Tevhîd ve celâl ister ki; esbab, ellerini çeksinler te'sir-i hakîkîden...
Biri: Tevhîd-i âmî ve zâhirîdir ki “Cenâb-ı Hak birdir: şerîki, nazîri yoktur. Bu kâinat onundur.”
İkincisi: Tevhîd-i hakîkîdir ki, her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden O'nun nuruna karşı bir pencere açıp O'nun birliğine ve her şey O'nun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyyetinde ve rubûbiyyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şerîki ve muîni olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip îman getirmektir ve bir nevi huzur-u dâimî elde etmektir. Biz dahi şu sözde, o hâlis ve âlî tevhîd-i hakîkîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.
Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab, bir perdedir. Çünki: İzzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, Kudret-i Samedâniyyedir. Çünki: Tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ı Ezelî'nin memurları, Saltanat-ı Rubûbiyyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rubûbiyyetin temâ-şâger nâzırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar; kudretin izzetini, Rubûbiyyetin haşmetini izhar içindir. Tâ umur-u hasise ile kudretin mübâşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için, memurları şerik-i saltanat etmiş değildir. Demek esbab vaz'edilmiş, tâ aklın nazar-ı zâhirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zirâ âyinenin iki veçhi gibi, herşey'in bir “mülk” ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer. Muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri “melekût” dur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zâhir veçhinde, Kudret-i Samedâniyyenin izzetine ve kemâline münâfî hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz'edilmişler. Fakat melekûtiyyet ve hakîkat cânibinde, herşey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir. İzzetine münâfî değildir. Onun için esbab, sırf zâhirîdir; melekûtiyette ve hakîkatte te'sir-i hakîkîleri yoktur.
Hem esbab-ı zâhiriyyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız
şekvaları ve bâtıl îtirazları Âdil-i Mutlak'a tevcih etmemek için, o şek-valara, o îtirazlara hedef olacak esbab vaz'edilmiştir. Çünki; kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i ma’nevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk'a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler, benden küsecekler.” Cenab-ı Hak lisân-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında, musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler.” İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahta hakîkat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmiyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve Kudret-i İlâhiyeye bir perdedir. Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında... Tevhîd ve celâl ister ki; esbab, ellerini çeksinler te'sir-i hakîkîden...
Ses Yok