İkincisi: Küre-i arz sîmâsında nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenâsüb, intizâm, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden Sikke-i Kübrâ-i Rahmâniyyettir ki, “Bismillâhirrahmân” ona bakıyor.
Sonra insânın mâhiyet-i câmiasının sîmâsındaki letâif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâ’ât-ı merhamet-i İlâhiyyeden tezahür eden Sikke-i Ulya-i Rahîmiyyettir ki, “”deki ona bakıyor.
Demek “” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç Sikke-i Ehadiyyetin kudsî ünvanıdır. Ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yâni “Bismillâhirrahmânirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i Musağğarası olan insâna ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar. İnsânî arşa çıkmağa bir yol olur.
İKİNCİ SIR: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden Vâhidiyyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o Vâhidiyyet içinde Ehadiyyet cilvesini gösteriyor. Yâni, meselâ, Nasılki: Güneş, ziyâsıyla hadsiz eşyâyı ihâta ediyor. Mecmu-u ziyâsındaki Güneşin zâtını mülâhaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihâtalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneşin zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyâsı, harâreti gibi hassalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneşi bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneşin ziyâ ve hararet ve ziyâdaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihâta ediyor.
Öyle de: -temsilde hatâ olmasın- Ehadiyyet ve Samediyyet-i İlâhiyye, herbir şeyde, husûsan zîhayatta, husûsan insânın mâhiyet âyinesinde bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyyet cihetiyle dahi, mevcûdât ile alâkadar herbir ismi bütün mevcûdâtı ihâta ediyor. İşte vâhidiyyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyyetteki Sikke-i Ehadiyyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden “” dir.