Sözler | OnBirinci Söz | 120
(120-129)
ONBİRİNCİ SÖZ

Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insânın muammasını ve hakikat-ı salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak:

Bir zaman bir sultan varmış; servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevâhir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli pek âcaip defineleri varmış. Hem kemâlâtça sanâyi-i garîbede pek çok mahareti varmış. Hem hesabsız fünûn-u acîbeye ma’rifeti, ihâtası varmış. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılâı varmış. Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şa’şaasını, hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi ma’rifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemâl ve kemâl-i ma’nevîsini iki vecihle müşahede etsin:

Bir vechi: Bizzât nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün.

Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın.

Dinle
-