İşte o saray, şu âlemdir ki; tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gök yüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba gûnâ-gûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. O Melik ise, ezel ebed Sultanı olan bir Zât-ı Mukaddes’tir ki, yedi kat semâvat ve arz ve içlerinde olan herşey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zâtı takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semâvat ve arzı altı günde yaratarak Arş-ı Rubûbiyyetinde durup; gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp, kâinat sahifesinde âyâtını yazan; ve Güneş, Ay, yıldızlar emrine musahhar zîhaşmet ve zîkudret sahibidir. O sarayın menzilleri ise, şu onsekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiştir. İşte o sarayda gördüğün sanayi-i garîbe ise, şu âlemde görünen Kudret-i İlâhiyyenin mu’cizeleridir ve o sarayda gördüğün taamlar ise; şu âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde Rahmet-i İlâhîyyenin semerat-ı hârikalarına işarettir ve oradaki ocak ve matbah ise, burada kalbinde ateş olan arz ve sath-ı arzdır ve orada temsilde gördüğün gizli definelerin cevherleri ise, şu hakikatta Esmâ-i Kudsiyye-i İlâhiyyenin cilvelerine misâldir ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o nakışların remizleri ise, şu âlemi süslendiren muntâzam masnûat ve mevzun nukuş-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâl’in esmâsına delâlet ederler ve o Üstad ise Seyyidimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Avenesi ise, Enbiya Aleyhimüsselâm’dır ve şâkirdleri ise Evliyâ ve Asfiyâdır. O saraydaki hâkimin hizmetkârları ise, şu âlemde Melâike Aleyhimüsselâm’a işarettir. Temsilde, seyir ve ziyâfete davet edilen misafirler ise, şu dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insânın hizmetkârları olan hayvanlara işarettir ve o iki fırka ise, burada birisi ehl-i îmandır ki kitab-ı kâinatın âyâtının müfessiri olan Kur’an-ı Hakîm’in şâkirdleridir. Diğer güruh ise ehl-i küfür ve tuğyandır ki, nefis ve şeytana tâbi olup yalnız hayat-ı dünyeviyyeyi tanıyan, hayvan gibi belki daha aşağı sağır, dilsiz, dâllîn güruhudur.
Birinci kafile olan süedâ ve ebrar ise, zülcenaheyn olan Üstadı dinlediler. O Üstad hem abddir; ubûdiyyet noktasında Rabbini tâvsif ve târif eder ki, Cenâb-ı Hakk’ın dergâhında ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem Resuldür; Risâlet noktasında Rabbinin ahkâmını Kur’an vasıtasıyla cin ve inse tebliğ eder.
Şu bahtiyar cemaât, o Resulü dinleyip Kur’ana kulak verdiler. Kendilerini, enva’-ı ibâdâtın fihristesi olan “Namaz” ile birçok makamat-ı âliyye içinde çok lâtif vazifelerle telebbüs etmiş gördüler. Evet namazın mütenevvi ezkâr ve harekâtıyla işâret ettiği vezâifi, makamatı, mufassalan gördüler. Şöyle ki: