Sözler | OnBirinci Söz | 126
(120-129)

Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki, yümn-i îman ile emn ü emânet ile mücehhez emîn bir halife-i arz oldular ve şu meydân-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra onların Rabb-i Kerîmi onları, îmanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma dâvet ederek öyle bir ikrâm etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutûr etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyyet ve beka verdi. Çünki; Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedâr âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir. İşte Kur’an şâkirdlerinin âkibetleri böyledir. Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin, âmin!

Amma, füccar ve eşrar olan diğer gürûh ise: Hadd-i bülûğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün vahdâniyyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün ni’metlere karşı küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcûdatı kıymetsizlikle kâfirane bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün Esmâ-i İlâhiyyenin tecelliyatına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihâyetsiz bir cinâyet işlediler; nihâyetsiz bir azâba müstehak oldular. Evet, insâna sermâye-i ömür ve cihâzât-ı insânîyye, mezkûr vezâif için verilmiştir.

Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ zannediyor musun ki, vazife-i hayatınız; yalnız terbiyye-i medeniyye ile güzelce muhâfaza-i nefs etmek, ayıb olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yâhut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde dercedilen şu nâzik letâif ve ma’nevîyyat; ve şu hassas âza ve âlât; ve şu muntâzam cevarih ve cihâzât; ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi; şu hayât-ı fâniyyede, nefs-i rezîlenin, hevesât-ı süfliyyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki vücûdunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhâli, iki esastır:

Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin bütün ni’metlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, şükür ve ibâdetini etmelisiniz.

İkincisi: Âleme tecelli eden Esmâ-i Kudsiyye-i İlâhiyyenin bütün tecelliyatının aksâmını, birer birer, size o cihâzât vâsıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak îman getirmelisiniz.

İşte bu iki esas üzerine kemâlât-ı insânîyye neşv ü nema bulur. Bununla insân, insân olur.

İnsâniyyetin cihâzâtı, hayvan gibi hayât-ı dünyeviyyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna şu temsil sırrıyla bak:

Dinle
-