Bu kat’î hakîkat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakîkat ile olacağını ihbar eden yüzyirmidört bin muhbir-i sâdık, ellerinde nişâne-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri, keşf ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüzyirmidört milyon evliyanın aynı hakîkate şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin, kat’î delilleriyle (o enbiya ve evliyanın verdikleri aynı haberleri) aklen ilmel-yakîn derecesinde (*) isbat ettikleri ve yüzde doksandokuz ihtimal-i kat’î ile “İdam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyyeye çevirmek, yalnız îman ve itaat iledir” diye ittifakan haber veriyorlar.
Acaba yüzde bir ihtimal-i helâket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek için, bir tek muhbirin sözü nazara alınsa ve onun sözünü dinlemeyip o yolda giden adamın, endişe-i helâketten gelen elem-i mânevî, onun yemek iştihasını kaçırdığı halde; böyle yüzbinler sadık ve musaddak muhbirlerin yüzde yüz ihtimal ile, dalâlet ve sefahet; göz önündeki kabir darağacına ve ebedî haps-i münferidine kat’î sebeb olduğunu ve îman, ubûdiyyet; yüzde yüz ihtimal ile o darağacını kaldırıp, o haps-i münferidi kapatıp, şu göz önündeki kabri, bir hazine-i ebediyyeye, bir saray-ı saadete açılan bir kapıya çeviriyor diye ihbar eden ve emârelerini ve âsârlarını gösterdikleri halde, bu acîb ve garib ve dehşetli ve azametli mes’ele karşısında bulunan bîçare insân ve bâhusus müslüman… Eğer îman ve ubûdiyyeti olmazsa; bütün dünya saltanatı ve lezzeti bir tek insâna verilse, acaba o göz önündeki her vakit oraya çağrılmasına nöbetini bekleyen bir insâna verdiği o endişeden gelen elîm elemi kaldırabilir mi? Sizden soruyorum.
Mâdem ihtiyarlık, hastalık, musibet ve her tarafta vefiyâtlar o dehşetli elemi deşiyorlar ve ihtar ediyorlar. Elbette o ehl-i dalâlet ve sefahet yüzbin lezzeti ve zevki alsa da,yine o mânevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez.
Mâdem ehl-i îman ve taat, göz önünde gördüğü kabri, bir hazine-i ebediyyeye, bir saadet-i lâyezâlîye kendisi hakkında bir kapı olduğunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altun ve elmasları kazandıracak bir bilet dahi îman vesikasıyla ona çıkmış. Her vakit “Gel biletini al!” diye beklemesinden derin, esaslı, hakikî lezzet ve zevk-i mânevî öyle bir lezzettir ki:
(*) Onlardan birisi Risale-i Nur'dur. Meydandadır.