Sözler | OnDördüncü Söz | 164
(163-175)

gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: “Bütün eşya, bütün ahvâliyle vücûda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor.” demek olan hakîkat-ı âliyyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelâl, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bâhusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntâzam mahlûkatın fihriste-i vücûdlarını, tarihçe-i hayatlarını, desâtir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde mânevî bir sûrette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, mânevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemâl-i intizâm ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, birtek çiçek gibi, gayet muntâzam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil’in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakîkat böyle iken, beşerin en acîb bir dalâleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbâniyye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyyeyi, bu nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telâkki etmesidir.

Hakîkat nerede? Ehl-i gafletin telâkkileri nerede?

Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sâir bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sâdık’ın tasvir ettiği, meselâ: Kırkbinler başlı, herbir başta kırkbinler lisan ve her lisanda kırkbinler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizâm ve külliyet ve vüs’at-i ubûdiyyetlerini ifâde eden hakîkata çıkmak için, şuna dikkat et ki, Zât-ı Zülcelâl:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ 

وَ سَخَّرْناَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْن مَعَهُ

اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ

gibi ayetlerde tasrih ediliyor ki: Mevcûdâtın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve âzametine münâsib bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor. Evet bir bahr-ı müsebbih olan şu semâvâtın kelimât-ı tesbihiyyesi; güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmîdiyyesi; hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır.

Dinle
-