Sözler | OnDokuzuncu Söz | 239
(235-244)

Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki: Şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serab hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki: Bütün saadet-i dünyeviyye ona nisbeten bir berk-i zâilin, bir şems-i sermede nisbeti gibidir...

ON BİRİNCİ REŞHA: Böyle acib ve muamma-âlûd şu kâinatın perde-i zâhiriyyesi altında elbette ve elbette böyle acaib bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu’ciznümâ bir Zât lâzımdır. Hem, bu Zâtın gidişatından görünüyor ki; O görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem “Bizi ni’metleriyle perverde eden şu Semâvat ve Arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyyâtı nedir?” Pek sağlam olarak bize ders veriyor. Hem bunlar gibi daha pekçok merak-âver, lüzumlu hakaikı ders veren bu Zâta karşı herşeyi bırakıp O’na koşmak, O’nu dinlemek lâzım gelirken; ekser insânlara ne olmuş ki: Sağır olup, kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki; bu hakkı görmüyorlar bu hakikatı işitmiyorlar, anlamıyorlar!

ON İKİNCİ REŞHA: İşte şu Zât, şu mevcûdat Hâlıkının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhân-ı nâtık, bir delil-i sâdık olduğu gibi; haşrin ve saadet-i ebediyyenin dahi bir bürhân-ı kâtıı, bir delil-i sâtııdır. Belki nasılki o Zât; hidâyetiyle saadet-i ebediyyenin sebeb-i husûlü ve vesile-i vusûlüdür. Öyle de; duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücûdu ve vesile-i îcâdıdır. Haşir mes’elesinde geçen şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz:

İşte bak: O Zât öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki: Güya şu cezire, belki Arz, O’nun âzametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Bak, hem öyle bir Cemâat-ı uzmâda niyaz ediyor ki: Güya benî-Âdemin zaman-ı Âdem’den asrımıza, kıyamete kadar bütün nuranî kâmil insânlar, O’na ittiba ile iktida edip duasına âmîn diyorlar. Hem bak, öyle bir hacet-i âmme için dua ediyor ki: Değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvat, belki bütün mevcûdât, niyazına “Evet yâ Rabbena ver, biz dahi istiyoruz” deyip iştirak ediyorlar. Hem öyle fakirâne, öyle hazînâne, öyle mahbubâne, öyle müştakâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki; bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirâk ettiriyor.

Dinle
-