Bak! Hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için dua ediyor ki: İnsânı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan a’lâ-yı illiyyîne, yâni kıymete, bekaya, ulvî vazifeye çıkarıyor. Bak! Hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdadkârane ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile istiyor, yalvarıyor ki: Güya bütün mevcûdâta ve Semâvata ve Arşa işittirip, vecde getirip duasına “Âmîn Allahümme âmîn” dedirtiyor. Bak! Hem öyle Semi’, Kerim bir Kadîr’den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm’den hacetini istiyor ki: Bilmüşâhede en hafî bir zîhayatın en hafî bir hacetini, bir niyâzını görür, işitir, kabûl eder, merhamet eder. Çünki: İstediğini, -velev lisan-ı hal ile olsun- verir ve öyle bir sûret-i hakîmane, basîrâne, rahîmanede verir ki, şüphe bırakmaz: Bu terbiye ve tedbir öyle bir Semi’ ve Basîr ve öyle bir Kerim ve Rahîm’e hastır.
ON ÜÇÜNCÜ REŞHA: Acaba bütün efâzıl-ı benî-Âdemi arkasına alıp, Arz üstünde durup, Arş-ı âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insân ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-ı kâinat ne istiyor? Bak dinle: Saadet-i ebediyye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem meraya-yı mevcûdâtta ahkâmını ve cemâllerini gösteren bütün Esmâ-i Kudsiyye-i İlâhiyye ile beraber istiyor. Hattâ eğer Rahmet, İnayet, Hikmet, Adâlet gibi hesabsız o matlubun esbab-ı mûcibesi olmasa idi; şu Zâtın tek duası, baharımızın îcadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennet’in binasına sebebiyet verecekti. Evet, nasılki O’nun Risâleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi. Öyle de, O’nun ubûdiyyeti dahi öteki dârın açılmasına sebebdir. Acaba ehl-i akıl ve tahkika:
dediren şu meşhud intizâm-ı faik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz Cemâl-i Rubûbiyyet; hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizâmsızlığı kabûl eder mi ki: En cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip îfâ etsin... En ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ!. Yüzbin defa hâşâ! Böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabûl etmez. Çirkin olmaz.
Yahu ey hayâlî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak, yine O Zâtın garâib-i icraatını ve acaib-i vezaifini, yüzden birisine tamamen ihâta edip temaşasında doyamayız.
Şimdi gel! Üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak nasıl her asır, o Şems-i Hidâyet’ten aldıkları feyz ile çiçek açmışlar! Ebu Hanife, Şafiî, Bayezid-i Bistamî, Şah-ı Geylanî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.