Demek tekrar-ı âyet, tekerrür-ü ihtiyaçdan ileri gelmiş ve o ihtiyâca işaret ederek uyandırıp teşvik etmek, hem iştiyakı ve iştihayı tahrik etmek için tekrar eder. Hem Kur’an müessistir. Bir Din-i Mübin’in esasıdır ve şu âlem-i İslâmiyyet’in temelleridir ve hayat-ı içtimaiyye-i beşeriyyeyi değiştirip, muhtelif tabakata, mükerrer suallerine cevaptır. Müessise, tesbit etmek için tekrar lâzımdır. Te’kid için terdad lâzımdır. Te’yid için takrir, tahkik, tekrir lâzımdır. Hem, öyle mesâil-i azîme ve hakaik-i dakikadan bahsediyor ki: Umumun kalblerinde yerleştirmek için çok defa muhtelif sûretlerde tekrar lâzımdır. Bununla beraber; sûreten tekrardır, fakat mânen herbir âyetin çok mânâları, çok faideleri, çok vücuh ve tabakatı vardır. Herbir makamda ayrı bir mânâ ve faide ve maksadlar için zikrediliyor. Hem Kur’anın, mesâil-i kevniyyenin bâzısında ibham ve icmâli ise; irşadî bir lem’a-i i’câzdır. Ehl-i ilhâdın tevehhüm ettikleri gibi medâr-ı tenkid olamaz ve sebeb-i kusur değildir.
Eğer desen: “Acaba neden Kur’an-ı Hakîm felsefenin mevcûdattan bahsettiği gibi etmiyor? Bâzı mesâili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir sûret-i bâsitâne-i zâhirânede söylüyor?”
Cevaben deriz ki: Felsefe, hakikatın yolunu şaşırmış onun için... Hem, geçmiş derslerden ve Sözlerden elbette anlamışsın ki: Kur’an-ı Hakîm, şu kâinattan bahsediyor; tâ, Zât ve Sıfât ve Esmâ-i İlâhiyyeyi bildirsin. Yâni; bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın. Demek mevcûdâta kendileri için değil, belki Mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitab ediyor. İlm-i hikmet ise, mevcûdata mevcûdat için bakıyor. Hem husûsan ehl-i fenne hitab ediyor. Öyle ise mâdemki Kur’an-ı Hakîm, mevcûdatı delil yapıyor, bürhân yapıyor. Delil zâhirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem mâdemki Kur’an-ı Mürşid, bütün tabakat-ı beşere hitab eder. Kesretli tabaka ise, tabaka-i avâmdır. Elbette irşâd ister ki; lüzumsuz şeyleri ibham ile icmâl etsin ve dakik şeyleri temsil ile takrîb etsin ve mugalâtalara düşürmemek için zâhirî nazarlarında bedihî olan şeyleri, lüzumsuz belki zararlı bir sûrette tağyir etmemektir.
Meselâ Güneşe der: “Döner bir siracdır, bir lâmbadır.” Zira Güneşten, Güneş için, mâhiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizâmın zenbereği ve nizâmın merkezi olduğundan, intizâm ve nizâm ise Sâniin âyine-i mârifeti olduğundan bahsediyor.