Hem esbab-ı zâhiriyyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şekvaları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlak’a tevcih etmemek için, o şekvalara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz’edilmiştir. Çünki; kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misâl-i lâtif sûretinde bir temsil-i ma’nevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler, benden küsecekler.” Cenâb-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında, musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler.” İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münâsib düşmeyen bâzı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve Kudret-i İlâhiyyeye bir perdedir. Evet izzet ve âzamet ister ki; esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında... Tevhid ve celâl ister ki; esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden...
İKİNCİ LEM’A: Bak şu kâinat bostanına, şu zeminin bağına, şu semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et!. Göreceksin ki, bir Sâni’-i Zülcelâl’in, bir Fâtır-ı Zülcemâl’in, o serilmiş ve serpilmiş masnuattan herbir masnu üstünde Hâlık-ı Küll-i Şey’e mahsus bir sikkesi ve herbir mahlûku üstünde Sâni’-i Küll-i Şey’e has bir hâtemi ve kalem-i kudretin birer menşûru olan sahâif-i leyl ve nehar, yaz ve baharda yazılan tabakat-ı mevcûdat üstünde taklid kabûl etmez bir turrâ-i garrâsı vardır. Şimdi o sikkelerden, o hâtemlerden, o turralardan nümûne olarak birkaçını zikredeceğiz. Meselâ: Hesapsız sikkelerinden, hayat üzerinde koyduğu çok sikkelerinden şu sikkeye bak ki: “Bir şeyden herşey yapar, hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünki: Nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âza ve cihazât-ı hayvâniyyeyi yapar. İşte bir şey’i herşey yapmak elbette bir Kadîr-i Mutlak’ın işidir. Hem yenilen hadsiz taamlardan, -o taam ise hayvanî olsun, nebatî olsun- o müteaddid maddeleri, has bir cisme kemâl-i intizâm ile çeviren ve ondan mahsus bir cild nesceden ve ondan basit cihazları yapan; elbette bir Kadîr-i Küll-i Şey’dir ve Alîm-i Mutlak’tır. Evet, Hâlık-ı Mevt ve Hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle hayatı öyle bir kanun-u emriyye-i mu’ciz-nümâ ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icra etmek; bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir Zâta mahsustur.
İşte eğer aklın sönmemiş ise, kalbin kör olmamış ise anlarsın ki; bir şeyi kemâl-i sühulet ve intizâmla her şey yapan ve her şeyi kemâl-i mizan ve intizâmla san’atkârane birtek şey yapan, herşeyin Sâniine has ve Hâlık-ı Küll-i Şey’e mahsus bir sikkedir.