Sözler | YirmiÜçüncü Söz | 314
(311-331)

İşte enaniyyetine îtimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına mübtelâ olan adam; o vâkıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd mâlûmât ile zaman-ı mâziyi, bir mezar-ı ekber sûretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem herbirisi, bir Hakîm-i Rahîm’in birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcûdatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir.

hükmüne mazhar eder. Eğer hidâyet-i İlâhiyye yetişse, îman kalbine girse, nefsin fir’avniyeti kırılsa, Kitabullah’ı dinlese, o vâkıâda ikinci halime benzeyecek. O vakit birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Âlem

âyetini okur. O vakit zaman-ı mâzi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebinin veya evliyanın taht-ı riyâsetinde vazife-i ubûdiyyeti îfâ eden ervah-ı sâfiyye Cemâatlarının vazife-i hayatlarını bitirmekle “Allahu Ekber” diyerek makamat-ı âliyyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözü ile görür. Sol tarafına bakar ki; dağlar-misâl bâzı inkılâbat-ı berzahiyye ve uhreviyye arkalarında Cennet’in bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyâfet-i Rahmâniyyeyi o nûr-u imân ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hâdiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisatı; sûreten hâşin, mânen çok lâtif hikmetlere medâr görüyor. Hattâ mevti, hayât-ı ebediyyenin mukaddemesi ve kabri, saadet-i ebediyyenin kapısı görüyor. Daha sâir cihetleri sen kıyas eyle. Hakikatı temsile tatbik et...

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Îman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî îmanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve îmanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü Âlallah” der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyyetle hâdisâtın dağlarvârî dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyyeye girmek için Cennet’e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker. Demek îman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama.

Dinle
-