Sözler | YirmiBeşinci Söz | 404
(365-462)

Evet kâinatın Hâlıkından başka kim var ki, bu derece kâinat ve Hâlık-ı Kâinat’la ciddî alâkadar bir muhabereyi yapabilsin!.. Hadsiz derece haddinden çıkıp Hâlık-ı Zülcelâl’i kendi keyfiyle söyleştirsin, kâinatı doğru olarak konuştursun. Evet, Kur’anda kâinat Sâni-i’nin pek ciddî ve hakikî ve ulvî ve hak olarak konuşması ve konuşturması görünüyor. Taklidi îma edecek hiçbir emâre bulunmuyor. O söyler ve söylettirir. Farz-ı muhal olarak Müseylime gibi hadsiz derece haddinden çıkıp taklidkârane o izzet ve ceberut sahibi olan Hâlık-ı Zülcelâlini kendi fikriyle konuşturup ve kâinatı onunla konuştursa, elbette binler taklid emâreleri ve binler sahtekârlık alâmetleri bulunacaktır. Çünki en pest bir halinde en yüksek tavrı takınanların her hâleti taklidciliğini gösterir. İşte şu hakîkatı kasem ile ilân eden

ya bak, dikkat et...

ÜÇÜNCÜ ŞUÂ’: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın ihbarat-ı gaybiyyesi ve her asırda şebabiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insâna muvafık gelmesiyle hâsıl olan i’câzdır. Şu şuâ’’ın “Üç Cilve”si var.

Birinci Cilve: İhbârât-ı gaybiyyesidir. Şu cilvenin “Üç Şavk”ı var.

Birinci Şavk: Mâziye ait ihbârât-ı gaybiyyesidir. Evet, Kur’an-ı Hakîm bil’ittifak ümmî ve emin bir Zâtın lisanıyla zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitabların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilaf ettikleri bahislerde, musahhihane hakîkat-ı vakıayı faslediyor. Demek, Kur’anın nazar-ı gayb-bînisi, o Kütüb-ü Sâlifenin umumunun fevkınde ahvâl-i mâziyyeyi görüyor ki, ittifakî mes’elelerde musaddıkane onları tezkiye ediyor. İhtilafî mes’elelerde musahhihane onlara faysal oluyor. Halbuki; Kur’anın vukuat ve ahvâl-i mâziyyeye dair ihbårâtı aklî bir iş değil ki, akıl ile ihbar edilsin. Belki, semâa mütevakkıf nakildir. Nakil ise, kıraat ve kitabet ehline mahsustur. Dost ve düşmanın ittifakıyla kıraatsız, kitabetsiz, emanetle maruf, ümmî lâkabıyla mevsuf bir Zâta nüzul ediyor. Hem o ahvâl-i mâziyyeyi öyle bir sûrette ihbar eder ki, bütün o ahvâli görür gibi bahseder. Çünki; uzun bir hâdisenin ukde-i hayatiyyesini ve ruhunu alır. Maksadına mukaddeme yapar.

Dinle
-