Melâikenin tasdiki îmanın bir rüknüdür. Şu maksatta dört nükte-i esasiyye vardır.
Vücûdun kemâli, hayat iledir. Belki vücûdun hakikî vücûdu, hayat iledir. Hayat, vücûdun nurudur. Şuur, hayatın ziyâsıdır. Hayat, herşeyin başıdır ve esasıdır. Hayat, herşeyi herbir zîhayat olan şey’e mal eder. Bir şey’i, bütün eşyâya mâlik hükmüne geçirir. Hayat ile bir şey’-i zîhayat diyebilir ki: “Şu bütün eşya, malımdır. Dünya, hânemdir. Kâinat mâlikim tarafından verilmiş bir mülkümdür.” Nasılki ziyâ ecsamın görülmesine sebebdir ve renklerin -bir kavle göre- sebeb-i vücûdudur. Öyle de: Hayat dahi, mevcûdâtın keşşafıdır. Keyfiyatın tahakkukuna sebebdir. Hem cüz’î bir cüz’ü, küll ve küllî hükmüne getirir. Ve küllî şeyleri bir cüz’e sığıştırmaya sebebdir. Ve hadsiz eşyayı, iştirak ve ittihad ettirip bir vahdete medâr, bir ruha mazhar yapmak gibi, kemâlât-ı vücûdun umumuna sebebdir. Hattâ hayat, kesret tabakatında bir çeşit tecelli-i vahdettir ve kesrette Ehadiyyetin bir âyine-sidir. Bak hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa yetimdir, garibdir, yalnızdır. Münasebeti yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır. Başka kâinatta ne varsa, o dağa nisbeten madumdur. Çünki; ne hayatı var ki, hayat ile alâkadar olsun; ne şuûru var ki, taallûk etsin. Şimdi bak küçücük bir cisme, meselâ balarısına. Hayat ona girdiği anda, bütün kâinatla öyle münasebet te’sis eder ki, bütün kâinatla, husûsan zeminin çiçekleriyle ve nebâtatları ile, öyle bir ticaret akdeder ki, diyebilir: “Şu arz, benim bahçemdir, ticarethanemdir.”
İşte, zîhayattaki meşhur havass-ı zâhire ve bâtına duygularından başka, gayr-ı meş’ur, sâika ve şâika hisleriyle beraber o arı, dünyanın ekser envâ’ıyla ihtisas ve ünsiyet ve mübadele ve tasarrufa sahib olur. İşte en küçük zîhayatta hayat böyle te’sirini gösterse, elbette hayat tabaka-i insânîyye olan en yüksek mertebeye çıktıkça, öyle bir inbisat ve inkişaf ve tenevvür eder ki; hayatın ziyâsı olan şuur ile, akıl ile bir insân kendi hânesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat, kendi aklı ile avâlim-i ulviyyede ve ruhiyyede ve cismâniyyede gezer. Yâni, o zîşuur ve zîhayat mânen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir’at-ı ruhuna misafir olup, irtisam ve temessül ile geliyorlar. Hayat, Zât-ı Zülcelâlin en parlak bir bürhân-ı vahdeti ve en büyük bir mâden-i ni’meti ve en lâtif bir tecelli-i merhameti ve en hafî ve bilinmez bir nakş-ı nezih-i san’atıdır.