Hem hiç mümkün müdür, hiç mâkul mudur, hiç kabil midir ki: Hayat-ı içtimaiyye-i beşeriyye semâsının güneşleri, yıldızları, ayları hükmünde olan Enbiya ve Evliya, tevatür sûretiyle ve icmâ’-ı mânevî kuvveti ile ihbar ettikleri ve şehadet ettikleri melâike ve ruhaniyatın vücûdları ve müşahedeleri, bir şüphe kabûl etsin, bir şekke medâr olsun. Bâhusus onlar şu mes’elede ehl-i ihtisastırlar. Mâlûmdur ki: İki ehl-i ihtisas, binler başkasına müreccahtırlar. Hem şu mes’elede ehl-i isbattırlar. Mâlûmdur ki: İki ehl-i isbat, binler ehl-i nefy ve inkâra müreccahtırlar. Ve bilhassa kâinat semâsında daim parlayan ve hiçbir vakit gurub etmeyen, âlem-i hakikatın Şemsüşşümus’u olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın ihbaratı ve Risâlet güneşi olan Zât-ı Ahmediyye’nin (A.S.M.) şehâdâtı ve müşâhedâtı, hiç kabil midir ki, bir şüphe kabûl etsin. Mâdem tek bir ruhâniyatın vücûdu, bir zamanda tahakkuk etse, şu nev’in umumen tahakkukunu gösteriyor. Ve mâdem şu nev’in vücûdu tahakkuk ediyor. Elbette onların sûret-i tahakkukunun en ahseni, en mâkulü, en makbûlü; Şeriatın şerhettiği gibidir, Kur’anın gösterdiği gibidir, Sahib-i Mi’râc’ın gördüğü gibidir.
Şu kâinatın mevcûdâtına nazar-ı dikkat ile bakılsa görünür ki: Cüz’iyat gibi külliyatın dahi birer şahs-ı mânevîsi vardır ki, birer vazife-i külliyyesi görünüyor. Onda bir hizmet-i külliyye görünüyor. Meselâ: Bir çiçek, kendince bir nakş-ı san’atı gösterip, lisan-ı hâliyle Esmâ-i Fâtır’ı zikrettiği gibi; küre-i arz bahçesi dahi, bir çiçek hükmündedir. Gayet muntâzam küllî vazife-i tesbîhiyyesi vardır. Nasılki bir meyve, bir intizâm içinde bir ilânatı, tesbihatı ifade ediyor. Öyle de: Koca bir ağacın heyet-i umumiyyesiyle gayet muntâzam bir vazife-i fıtriyyesi ve ubûdiyyeti vardır. Nasıl bir ağaç yaprak, meyve ve çiçeklerinin kelimâtı ile bir tesbihatı var. Öyle de: Koca semâvat denizi dahi, kelimâtı hükmünde olan güneşler, yıldızlar ve ayları ile Fâtır-ı Zülcelâline tesbihat yapar ve Sâni’-i Zülcelâline hamd eder ve hâkezâ... Mevcûdât-ı hâriciyyenin herbiri, sûreten câmid, şuursuz iken, gayet hayatkârane ve şuurdârane vazifeleri ve tesbihatları vardır. Elbette, nasıl melâikeler bunların âlem-i melekûtta mümessilidirler, tesbihatlarını ifade ederler; bunlar dahi âlem-i mülk ve âlem-i şehadette o melâikelerin timsâlleri, hâneleri, mescidleri hükmündedirler. Yirmidördüncü Söz’ün Dördüncü Dalında beyân edildiği gibi; şu saray-ı âlemin Sâni’-i Zülcelâl’i, o saray içinde istihdam ettiği dört kısım amelenin birincisi: Melâike ve ruhânîlerdir.