BİRİNCİ MENBA’: Enfüsîdir. Yâni, herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkiyi anlar. Evet herbir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedâhe aynen bâki kalmıştır. Öyle ise; mâdem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına te’sir etmez ve mâhiyetini de bozmaz. Yalnız, müddet-i hayatta, tedricî cesed libasını değiştiriyor. Mevtte ise birden soyunur. Gayet kat’î bir hads ile belki müşahede ile sabittir ki, cesed ruh ile kaimdir. Öyle ise; ruh, onun ile kaim değildir. Belki ruh, binefsihî kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın; ruhun istiklâliyyetine halel vermez. Belki cesed, ruhun hânesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki, ruhun libası bir derece sâbit ve letâfetçe ruha münâsib bir gılâf-ı lâtifi ve bir beden-i misâlîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misâlîsini giyer.
İKİNCİ MENBA’: Âfâkîdir. Yâni, mükerrer müşâhedat ve müteaddid vâkıat ve kerrat ile münasebattan neş’et eden bir nevi hükm-ü tecrübîdir. Evet tek bir ruhun bâ’delmemat bekası anlaşılsa, şu ruh nev’inin külliyetle bekasını istilzam eder. Zira fenn-i mantıkça kat’îdir ki: Zâtî bir hassa, birtek ferdde görünse; bütün efradda dahi o hassanın vücûduna hükmedilir. Çünki: Zâtîdir. Zâtî olsa, her fertte bulunur. Halbuki değil bir ferd, belki o kadar hadsiz, o kadar hesaba, hasra gelmez müşahedâta istinad eden âsâr ve beka-i ervaha delâlet eden emarat, o derece kat’îdir ki; bize nasıl Yeni Dünya, yâni Amerika var ve orada insânlar bulunur; o insânların vücûdlarına hiç vehim hatıra gelmez. Öyle de şüphe kabûl etmez ki, şimdi âlem-i melekût ve ervahta; ölmüş, vefat etmiş insânların ervahı pekçok kesretle vardır ve bizimle münasebettardırlar. Ma’nevî hedâyâmız onlara gidiyor. Onların nûranî feyizleri de bizlere geliyor. Hem hads-i kat’î ile vicdanen hissedilebilir ki; insân öldükten sonra esaslı bir ciheti bâkidir. O esas ise ruhtur. Ruh ise, tahrib ve inhilale mâruz değil. Çünki: Basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilal ve bozulmak ise; kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir. Sâbıkan beyân ettiğimiz gibi; hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevi bekaya sebebiyet verir. Demek vahdet ve beka, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. Ruhun fenası, ya tahrib ve inhilâl iledir. O tahrib ve inhilâl ise, vahdet yol vermez ki girsin, besâtet bırakmaz ki bozsun. Veyahut îdam iledir. İdam ise Cevâd-ı Mutlak’ın hadsiz merhameti müsaade etmez ve nihayetsiz cûdu bırakmaz ki, verdiği ni’met-i vücûdu o ni’met-i vücûda pek müştak ve lâyık olan ruh-u insânîden geri alsın.