ve esbab-ı zâhiriyyenin perdesini yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâl’ine teslim etmesi gibi hakîkatları iktiza etti ve o mezkûr hakîkatları iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için o zıdların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilafatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyâmeti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir sûret alıp, tâifeleri
tehdidine mazhar olacak. Cennet ebedî, haşmetli bir sûret giyerek ehil ve ashâbı
hitabına mazhar olacak.
Yirmisekizinci Söz’ün Birinci Makamının İkinci Sualinde isbat edildiği gibi; Hakîm-i Ezelî, şu iki hânenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedî ve sâbit bir vücûd verir ki; hiç inhilâl ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkırâza mâruz kalmazlar. Çünki; inkırâza sebebiyet veren tagayyürün esbabı bulunmaz...
Dördüncü Mes’ele: Şu mümkün, vâki olacaktır. Evet dünya, öldükten sonra âhiret olarak diriltilecektir. Dünya harab edildikten sonra, o dünyayı yapan zât, yine daha güzel bir sûrette onu tâmir edecek, âhiretten bir menzil yapacaktır. Şuna delil; başta Kur’an-ı Kerîm binler berâhin-i akliyyeyi tazammun eden umum âyâtıyla ve bütün Kütüb-ü Semâviyye bunda müttefik bulunduğu gibi; Zât-ı Zülcelâl’in evsaf-ı celâliyyesi ve evsaf-ı cemâliyyesi ve Esmâ-i Hüsnâsı, bunun vukuuna kat’î sûrette delâlet ederler ve enbiyaya gönderdiği bütün semâvî fermanları ile kıyâmeti ve haşrin îcâdını va’detmiş. İşte mâdem va’detmiş, elbette yapacaktır. Onuncu Söz’ün Sekizinci Hakîkatına müracaat et. Hem başta Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bin mu’cizâtının kuvveti ile, bütün enbiya ve mürselînin ve evliya ve sıddîkînin, vukuunda müttefik olup haber verdikleri gibi; şu kâinat bütün âyât-ı tekvîniyyesiyle, vukuundan haber veriyor.
Elhasıl: “Onuncu Söz” bütün hakaikıyla, “Yirmisekizinci Söz İkinci Makamında Lâsiyyema”lardaki bütün berahiniyle, gurub etmiş güneşin sabahleyin yeniden tulû’ edeceği derecesinde bir kat’iyetle göstermiştir ki: Hayat-ı dünyeviyyenin gurubundan sonra şems-i hakîkat, hayat-ı uhreviyye sûretinde çıkacaktır.