İkinci Müşkül: Ey makam-ı istima’daki insân! Şu ikinci işkâl ettiğin hakîkat o kadar derindir, o kadar yüksektir ki, akıl ona ne ulaşır, ne de yanaşır.. illâ: Nur-u îman ile görünür. Fakat, bâzı temsilât ile, o hakîkatın vücûdu, fehme takrib edilir. Öyle ise, bir nebze takribe çalışacağız.
İşte şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları; yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflinin; anasır, dalları, nebâtat ve eşcar, yaprakları; hayvanat, çiçekleri; insân, meyveleri hükmünde görünür. Sâni’-i Zülcelâl’in ağaçlar hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı ism-i Hakîm’dir. Öyle ise mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden başka, sâir âlemlerin nümûnesini ve esasâtını câmi’ olsun. Çünki binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz. Mâdem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o nev’den başka şecere yok. Öyle ise ona menşe’ ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünki çekirdek daima çıplak olamaz. Mâdem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette, âhirde o libası giyecektir. Mâdem o meyve insândır. Ve mâdem insân içinde sâbıkan isbat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celbeden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i ma’nevîyyesi ile âlemi, ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise: “Zât-ı Muhammediyye Aleyhissalâtü Vesselâm’dır...” Elbette kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, O’nun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve sûretinde görünecektir.
Ey müstemi’!. Şu acib kâinat-ı azîme, bir insânın cüz’î mâhiyetinden halkolunmasını istib’ad etme! Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halkeden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı, “Nur-u Muhammedî”den (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl halketmesin veya edemesin! İşte şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için; aşağıdaki meyve makamından, tâ çekirdek-i aslî makamına kadar, nuranî bir hayt-ı münasebet var. İşte Mi’rac, o hayt-ı münasebetin gılafı ve sûretidir ki: Zât-ı Ahmediyye Aleyhissalâtü Vesselâm, o yolu açmış; velâyetiyle gitmiş, Risâletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış.