Karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup hoş, şirin, güzel, tatlı bir sûrette, dünya maceralarını ve kadîm olan hâtıratlarını birbirine nakledip eğlendirmeleri sûretinde; firaksız, sâfi bir muhabbet ve sohbet sûretinde ahbablarıyla görüştüreceği, Kur’anın nassıyla sabittir.
ALTINCI İŞARET: Enbiya ve evliyaya Kur’anın târif ettiği tarzda muhabbetin neticesi: O enbiya ve evliyanın şefâatlarından berzahta, haşirde istifâde etmekle beraber; gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyûzâttan o muhabbet vasıtasıyla istifaza etmektir.
Evet
sırrınca, âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âlî makam bir zâtın tebaiyyetiyle girebilir.
YEDİNCİ İŞARET: Güzel şeylere ve bahara meşrû muhabbetin, yâni “ne kadar güzel yapılmış” nazar ile, o âsârın arkasındaki ef’âlin güzelliğini ve intizâmını ve intizâm-ı ef’al arkasındaki güzel Esmânın cilvelerini ve o güzel Esmânın arkasında sıfâtın tecelliyatını ve hâkezâ... sevmekliğin neticesi ise: Dâr-ı bekada o güzel gördüğü masnûattan bin def’a daha güzel bir tarzda Esmânın cilvesini ve Esmâ içindeki cemâl ve sıfâtını, Cennette görmektir. Hattâ İmam-ı Rabbânî (Radıyallahü An-hü) demiş ki: “Letâif-i Cennet, cilve-i esmânın temessülâtıdır.” Teemmel!..
SEKİZİNCİ İŞARET: Dünyada, dünyanın âhiret mezraası ve Esmâ-i İlâhiyye âyinesi olan iki güzel yüzüne karşı mütefekkirane muhabbetin uhrevî neticesi: Dünya kadar, fakat fâni dünya gibi fâni değil, bâki bir Cennet verilecektir. Hem dünyada yalnız zaîf gölgeleri gösterilen Esmâ, o cennetin âyinelerinde en şaşaalı bir sûrette gösterilecektir. Hem dünyayı, mezraa-i âhiret yüzünde sevmenin neticesi: Dünyayı, fidanlık, yâni: Ancak fidanları bir derece yetiştiren küçük bir mezraası hükmünde olacak öyle bir cenneti verecek ki: Dünyada havas ve hissiyat-ı insânîyye, küçük fidanlar olduğu halde, cennette en mükemmel bir sûrette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istîdadları, envâ-ı lezâiz ve kemâlât ile sünbüllenecek sûrette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezası olduğu gibi, hadîsin nususuyla ve Kur’anın işârâtıyla sabittir. Hem mâdem dünyanın; her hatânın başı olan mezmum muhabbeti değil, belki Esmâya ve ahrete bakan iki yüzünü, Esmâ ve âhiret için sevmiş ve ibâdet-i fikriyye ile o yüzleri mâmur etmiş, güya bütün dünyasıyla ibâdet etmiş. Elbette dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir. Hem mâdem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetiyle âyine-i Esmâsını sevmiş.