Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz za’fında, hadsiz â’dasına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vâcib-ül Vücûd’a bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdad aramağa mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır, dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in bârigâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.
İkinci Vecih âyinedârlık ise: İnsâna verilen nümûneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyyet, hâkimiyyet gibi cüz’iyyat ile kâinat Mâlikinin İlmine ve Kudretine, Basarına, Sem’ine, Hâkimiyyet-i Rububiyyetine âyinedârlık eder. Onları anlar, bildirir. Meselâ: “Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de: Şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkezâ...”
Üçüncü Vecih âyinedârlık ise: İnsân, üstünde nakışları görünen Esmâ-i İlâhiyyeye âyinedârlık eder. Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izâh edilen insânın mahiyyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ: Yaradılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyyesinden Kerim, Lâtif isimlerini ve hâkezâ... Bütün â’za ve âlâtı ile, cihazât ve cevârihi ile, letâif ve mânevîyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir ism-i âzam var, öyle de; o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki: O da insândır.
Ey kendini insân bilen insân! Kendini oku... Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insân olmak ihtimali var!
İKİNCİ NOKTA: Mühim bir sırr-ı ehadiyyete işaret eder. Şöyle ki:
İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün âzasını ve eczâsını birbirine yardım ettirir. Yâni, irade-i İlâhiyye cilvesi olan evâmir-i tekvîniyye ve o emirden vücûd-u hâricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve Lâtife-i Rabbâniyye olan ruh, onların idaresinde onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcâtlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nûrâniyyet kesbetmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.