Ve umum zîhayatın imdâdına yetişen yağmur bir olması ve her yere yetişmesi.. ve ekser hayvânât ve nebâtât tâifelerinin herbirisi umum zemîn yüzünde serbest yayılmaları, vahdet-i nev’iyeleri ve meskenleri bir bulunması; gâyet kat’i bir sûrette işâretler, şehâdetlerdir ki: Meskenleri ile beraber umum o mevcûdât, bir tek Zâtın malı olduğuna delâlet ederler.
İşte buna kıyasen, bütün kâinatın böyle birbirine girift olan envâları mecmu kâinatı öyle bir küll hükmüne getirmiştir ki, îcad cihetiyle tecezzi kabul etmez. Umum kâinata hükmü geçmeyen bir sebeb, Rubûbiyet cihetiyle ve îcad keyfiyetiyle hiçbir şeye hükmedemez ve bir tek zerreye Rubûbiyetini dinlettiremez.
Üçüncü İşâret: İsm-i Ferd’in tecelli-i âzamiyle kâinatı birbiri içinde hadsiz Mektubat-ı Samedaniye hükmüne getirip, her mektubda hadsiz Hâtem-i Vahdaniyet ve pek çok Mührü Ehadiyet basılmış gibi, herbir mektubun kelimatı adedince Ehadiyet mühürlerini taşıyor ve o mühürlerin adedince kâtibini gösteriyor. Evet; herbir çiçek, herbir meyve, herbir ot, hatta herbir hayvan, herbir ağaç birer Mührü Ehadiyet ve birer Sikke-i Samediyet olduklarını ve bulundukları mekân ise bir mektub sûretini alması cihetiyle herbiri bir imza şeklini alır; o mekânın kâtibini gösteriyor. Meselâ: Bir bahçede bir sarı çiçek, o bahçe nakkaşının bir mührü hükmündedir. O çiçek mührü kimin ise, bütün zemîn yüzündeki o nevi çiçekler, o Zâtın kelimeleri hükmünde olduğuna ve o bahçe dahi onun yazısı olduğuna, açık bir sûrette delâlet ediyor. Demek oluyor ki; herbir şey, umum eşyayı Hâlıkına isnad edip, âzamî bir tevhide işâret ediyor.
Dördüncü İşâret: İsm-i Ferd’in cilve-i âzamı Güneş gibi zâhir olmakla beraber, vücûb derecesinde bir mâkuliyet ve hadsiz bir kolaylıkla kabul edilir. Ve o cilvenin muhâlifi ve zıddı olan şirk, nihayet derecede müşkil ve akıldan gâyet derecede uzak, belki muhâl ve mümteni derecesinde olduğunu isbat eden çok bürhanlar, Risâle-i Nur’un eczalarında beyân edilmiş. Şimdilik o delillerdeki o noktaların tafsilatını o Risâlelere havale edip, yalnız “Üç Nokta”sını burada beyân edeceğiz.
Birincisi: Onuncu ve Yirmi dokuzuncu Sözlerin âhirlerinde icmâlen ve Yirminci Mektub’un âhirinde tafsilen gâyet kat’i bürhanlar ile isbat etmişiz ki: Zât-ı Ferd ve Ehad’in kudretine nisbeten en büyük şey’in îcadı, en küçük birşey gibi kolaydır. Bir baharı, bir çiçek gibi suhûletle hakleder. Binler haşrin nümûnelerini her baharda gözümüz önünde kolaylıkla îcad eder. Büyük bir ağacı, küçük bir meyve gibi rahatça idare eder.