Birden bahar mevsiminde, zemînin yüzünde, birbiri içinde, beraber, ayrı ayrı şekilleri, ayrı ayrı hizmetleri, ayrı ayrı rızıkları, ayrı ayrı cihâzâtları; hiçbirini şaşırmıyarak, yanlış etmiyerek, nihayet karışıklık içinde nihayet derecede temyiz ve tefrik ile, gâyet hassas bir mîzanla herbir şeye lâzım olan herşeyleri külfetsiz tam vaktinde umulmadığı yerden verildiğini gözümüzle gördüğümüzden, zemînin sîmasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle bir Hâtem-i Vahdaniyet ve öyle bir Sikke-i Ehadiyettir ki; bütün o mevcûdâtı birden, hiçten îcad edip beraber idare etmeyen bir zât; Rubûbiyet ve îcad cihetiyle hiçbir şeye karışamaz. Çünkü karışmış olsa, o hadsiz geniş müvazene-i idare bozulacak. Fakat insanların o kavânin-i Rubûbiyetin hüsnü cereyanlarına yine Emr-i İlâhî ile surî bir hizmeti var.
Üçüncü Sikke: İnsanın yüzünde.. belki, insanın yüzü öyle bir Sikke-i Ehadiyettir ki, Âdem zamanından tâ kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı insaniye birden nazar-ı mütalâasında bulunmıyan... ve herbirine karşı o tek yüzde birer alâmet-i farika koymıyan.. ve o küçük yüzde hadsiz alâmet-i farika bırakmayan bir sebeb, bir tek insanın yüzündeki Hâtem-i Vahdaniyete îcad cihetiyle el uzatamaz.
Evet, insanın yüzüne o sikkeyi koyan zât.. elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve dâire-i ilmindedir ki, herbir insanın sîması göz, kulak, ağız gibi âzayı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile, hiçbirisine tamam benzemez. Nasılki o sîmada göz, kulak gibi âzaların umum efradında birbirine benzediği, o nev-i insanın Sânii bir, vâhid olduğuna şehâdet eden bir Sikke-i Tevhiddir; öyle de: Hukuk-u insaniyenin muhafazası için sâir envâın fevkinde olarak, o sîmalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni-i Vâhid’in iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki; bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halketmeyen bir zât, bir sebeb o sikkeyi koyamaz.
İkinci İşâret: Kâinatın âlemleri, envâları ve unsurları öyle birbiri içine girift olarak girmiştir ki, kâinatın heyet-i mecmûasına mâlik olmıyan bir sebeb, hiçbir nev’ine, hiçbir unsuruna hakîki tasarruf edemez. Âdeta İsm-i Ferd’in cilve-i vahdeti, bütün kâinatı bir vahdet içine almış; herşey o vahdeti i’lân ediyor. Meselâ: Bu kâinatın lâmbası olan Güneş’in bir olması, umum kâinat birinin olmasına işâret ettiği gibi; zîhayatların çevik ve çalak hizmetçileri olan hava unsuru bir olması.. ve aşçıları olan ateş bir olması.. ve zemîn bahçesini sulayan bulut süngeri bir olması..