Ve ihtiyaç ve aczi imkân haricinde olan bir Zât-ı Akdes’in kâinat safahâtında ve tabakat-ı mevcûdâtında tecelli eden bir kısım cilvelerini ayn-ı Zât-ı Akdes tevehhüm ederek bir kısım mahlûkatına Ulûhiyetin ahkâmını veren ehl-i dalâlet insanların bir kısmı, o Zât-ı Zülcelâl’in ba’zı eserlerini tabiata isnad etmişler. Halbuki Risâle-i Nur’un müteaddid yerlerinde kat’i bürhanlarla isbat edilmiş ki: Tabiat bir San’at-ı İlâhîyyedir, Sâni olmaz.. bir Kitabet-i Rabbânîdir, kâtib olmaz.. bir nakıştır, nakkaş olamaz.. bir defterdir, defterdar olmaz.. bir kanundur, kudret olmaz.. bir mistardır, masdar olmaz.. bir kabildir, münfail olur; fâil olmaz.. bir nizamdır, nâzım olamaz.. bir Şerîat-ı Fıtriyedir, şâri’ olamaz.
Farz-ı muhâl olarak en küçük bir zîhayat mahlûk tabiata havale edilse, “bunu yap” denilse; Risâle-i Nur’un çok yerlerinde kat’i bürhanlarla isbat edildiği gibi, o küçük zîhayatın âzaları ve cihâzâtları adedince kalıplar, belki makineler bulundurmak gerektir; tâ ki, tabiat o işi görebilsin.
Hem; maddiyyun denilen bir kısım ehl-i dalâlet, zerrattaki tahavvülât-ı muntazama içinde Hallâkıyet-i İlâhîyyenin ve Kudret-i Rabbânîyenin bir cilve-i âzamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o Kudret-i Samedâniyenin cilvesinden gelen umûmî kuvvetin nereden idare edildiğini anlayamadıklarından, madde ve kuvveti ezelî tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine Âsâr-ı İlâhîyyeyi isnad etmeye başlamışlar. FESÜBHANALLAH! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber herbir yerde herbir şeyin îcadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri; câmid, kör, şuursuz, iradesiz, mîzansız ve tesadüf fırtınaları içinde çalkanan zerrata ve harekâtına vermek, ne kadar câhilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir. Evet, bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler; yâni bir tek ilâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz ilâhları kabul etmeye mecbûr oluyorlar. Yâni bir tek Zât-ı Akdes’in hassası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve hâlıkıyeti, bozulmuş akılarına sığıştıramadıklarından; o hadsiz, nihayetsiz câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki Ulûhiyetlerini kabul etmeye mesleklerince mecbûr oluyorlar..
İşte sen gel, echeliyetin nihayetsiz derecesine bak! Evet zerrelerdeki cilve ise; zerreler tâifesini Vâcibü’l-Vücûd’un havliyle, kudretiyle, emriyle muntazam ve muhteşem bir ordu hükmüne getirmiştir. Eğer bir saniye o Kumandan-ı Âzam’ın emri ve kuvveti geri alınsa, o çok kesretli câmid, şuursuz tâife, başıbozuklar hükmüne gelecekler; belki bütün bütün mahvolacaklar.