Lemalar | Otuzuncu Lema | 344
(304-356)

Ve onlara ezeliyet isnad etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kısmen Âsâr-ı İlâhîyyenin onlardan neş’et ettiğini tevehhüm etmek.. ne kadar hilaf-ı hakîkat ve vakıa muhâlif ve akıldan uzak ve bâtıl bir fikir olduğu, Risâle-i Nur’un müteaddid cüz’lerinde kat’i bürhanlarla gösterilmiştir.

İ k i n c i Ş u â : “İki Mes’ele”dir.

Birinci Mes’ele: İsm-i Kayyûm’un bir cilve-i âzamına işâret eden

gibi Âyetlerin işâret ettiği hakîkat-ı âzamın bir vechi şudur ki: Şu kâinattaki ecrâm-ı semâvîyenin kıyamları, devamları, bekaları; sırr-ı Kayyûmiyetle bağlıdır. Eğer o cilve-i Kayyûmiyet bir dakikada yüzünü çevirse, bir kısmı Küre-i Arz’dan bin def’a büyük milyonlarla küreler, fezâ-yı gayr-ı mütenahî boşluğunda dağılacak, birbirine çarpacak, ademe dökülecekler. Nasılki meselâ: Havada -tayyareler yerinde- binler muhteşem kasırları kemâl-i intizamla durdurup seyahat ettiren bir Zâtın Kayyûmiyet iktidarı, o havadaki sarayların sebat ve nizam ve devamları ile ölçülür.. öyle de: O Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâl’in madde-i esîriye içinde hadsiz ecram-ı semâvîyeye nihayet derecede intizam ve mîzan içinde sırr-ı Kayyûmiyetle bir kıyam, bir beka, bir devam vererek, ba’zısı Küre-i Arz’dan bin ve bir kısmı bir milyon def’a büyük milyonlarla azîm küreleri direksiz, istinâdsız, boşlukta durdurmakla beraber, herbirini bir vazife ile tavzif edip gâyet muhteşem bir ordu şeklinde “Emr-i Kün Feyekûn”den gelen fermanlara kemâl-i inkıyadla itaat ettirmesi, İsm-i Kayyûm’un âzamî cilvesine bir ölçü olduğu gibi, herbir mevcûdun zerreleri dahi, yıldızlar gibi sırr-ı Kayyûmiyetle kaim ve o sır ile beka ve devam ediyorlar. Evet, bir zîhayatın cesedindeki zerrelerin herbir âzâya mahsus bir hey’et ile küme küme toplanıp dağılmadıkları ve sel gibi akan unsurların fırtınaları içinde vaziyetlerini muhafaza edip dağılmamaları ve muntazaman durmaları, bilbedâhe kendi kendilerinden olmayıp, belki sırr-ı Kayyûmiyetle olduğundan; herbir cesed muntazam bir tabur, herbir nevi muntazam bir ordu hükmünde olarak bütün zîhayat ve mürekkebatın zemîn yüzünde ve yıldızların feza âleminde durmaları ve gezmeleri gibi, bu zerreler dahi hadsiz dilleriyle Sırr-ı Kayyûmiyeti i’lân ederler...

Ses Yok