Lemalar | Otuzuncu Lema | 346
(304-356)

Her mevcûdda, husûsan zîhayatlarda hadsiz dekaik-ı san’at bulunması, Zât-ı Kayyûm-u Ezelî’nin nazarına arzetmek, yâni Zât-ı Kayyûm-u Ezelî kendi san’atını kendisi temaşa etmek olan hikmet-i hilkat, o büyük masarıfa kâfi geliyordu.

Bir zaman sonra gördüm ki: Mevcûdâtın şahıslarında ve sûretlerindeki dekaik-ı san’at devam etmiyor; gâyet süratle tazeleniyor, tebeddül ediyor; nihayetsiz bir faaliyet ve bir hallakıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu hallâkıyet ve bu faaliyetin hikmeti elbette o faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım geliyor, diye tefekküre başladım. Bu def’a mezkûr iki hikmet kâfi gelmemeye başladılar, noksan kaldılar. Gâyet merak ile ayrı bir hikmeti aramaya ve taharriye başladım. Bir zaman sonra, LİLLAH-İL-HAMD Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın feyzi ile, sırr-ı Kayyûmiyet noktasında azîm hadsiz bir hikmet, bir gâye göründü. Ve onun ile “tılsım-ı kâinat” ve “muammayı hilkat” ta’bir edilen bir Sırr-ı İlâhî anlaşıldı. (Yirmi Dördüncü Mektub’da tafsilen beyân edildiğinden, burada yalnız icmalen ikiüç noktasını Üçüncü Şuâ’da zikredeceğiz.) Evet, sırr-ı Kayyûmiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcûdâtı ademden çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada

sırriyle durdurup, kıyam ve beka verip, umûmunu böyle sırr-ı Kayyûmiyetin tecellisine mazhar eyliyor. Eğer bu nokta-i istinâd olmazsa; hiçbir şey kendi başiyle durmaz. Hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek.

Hem nasılki bütün mevcûdât, vücûdları ve kıyamları ve bekaları cihetinde Kayyûm-u Zülcelâl’e dayanıyorlar; kıyamları Onunladır.. öyle de: Mevcûdâtın keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin; (temsilde hata olmasın) telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı Kâyyûmiyette

sırriyle, uçları bağlıdır. Eğer o nurânî nokta-i istinâda dayanmazlarsa, ehl-i akılca muhâl ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek; belki, mevcûdât adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ: Bu şey (hıfz veya nur veya vücûd veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır, bu da ötekine, o da ona.. gitgide herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak.

İşte, bütün böyle silsilelerin müntehaları, elbette sırr-ı Kayyûmiyettir. Sırr-ı Kayyûmiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve ma’nası kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı Kayyûmiyete bakar.

Ses Yok