Hem insanların bir kısmı güya daha ileri görüyor gibi, daha ziyâde câhilane bir dalâletle Sâni-i Zülcelâl’in gâyet latif, nâzenin, mutî, müsahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vâsıta-i nakliyatı ve zaîf bir perde-i tasarrufatı ve latif bir midâd (mürekkeb)-ı kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir Mâye-i Masnûatı ve bir Mezraa-i Hubûbatı olan “esîr” maddesini, cilve-i Rubûbiyetine âyinedarlık ettiği için masdar ve fâil tevehhüm etmişler. Bu acib cehalet, hadsiz muhâlleri istilzam ediyor. Çünkü esîr maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha latif ve eski hükemanın saplandığı heyûla fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir. Bu hadsiz bir sûrette tecezzi ve inkısam eden ve nâkillik ve infial hassasiyle ve vazifesiyle teçhiz edilen bu maddeye, belki o maddenin zerreden çok derece daha küçük olan zerrelerine; herşeyde herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücûd bulan fiilleri, eserleri isnad etmek, esîrin zerreleri adedince yanlıştır. Evet, mevcûdâtta görünen fiil-i îcad öyle bir keyfiyettedir ki; herşeyde, husûsan zîhayat olsa, ekser eşyayı ve belki umum kâinatı görecek, bilecek ve kâinata karşı o zîhayatın münâsebatını tanıyacak, te’min edecek bir iktidar ve ihtiyardan geldiğini gösteriyor ki, maddî ve ihâtasız olan esbâbın hiçbir cihetle fiili olmaz. Evet -sırr-ı Kayyûmiyetle- en cüz’î bir fiil-i îcadî, doğrudan doğruya bütün kâinat Hâlıkının fiili olduğuna delâlet eden bir sırr-ı âzamı taşıyor. Evet meselâ bir arının îcadına teveccüh eden bir fiil, iki cihetle Hâlık-ı Kâinat’a husûsiyetini gösteriyor.
Birincisi: O arının bütün emsâlinin bütün zemînde, aynı zamanda aynı fiile mazhariyetleri gösteriyor ki: Bu cüz’î ve husûsi fiil ise, ihâtalı rûy-i zemîni kaplamış bir fiilin bir ucudur. Öyle ise; o büyük fiilin fâili ve o fiilin sâhibi kim ise, o cüz’î fiil dahi onundur.
İkinci cihet: Bu hâzır arının hilkatine teveccüh eden fiilin fâili olmak için, o arının şerâit-i hayatiyesini ve cihâzâtını ve kâinatla münâsebatını te’min edecek ve bilecek kadar pek büyük bir iktidar ve ihtiyar lâzım geldiğinden, o cüz’î fiili yapan zâtın, ekser kâinata hükmü geçmekle ancak o fiili öyle mükemmel yapabilir.
Demek en cüz’î fiil, iki cihetle Hâlık-ı Külli Şey’e has olduğunu gösterir.
En ziyâde cây-ı dikkat ve cây-ı hayret şudur ki: Vücûdun en kuvvetli mertebesi olan “vücub”un ve vücûdun en sebatlı derecesi olan “maddeden tecerrüd”ün ve vücûdun zevalden en uzak tavrı olan “mekândan münezzehiyet”in ve vücûdun en sağlam ve tegayyürden ve ademden en mukaddes sıfatı olan “vahdet”in sâhibi olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un en has hassası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve sermediyeti; vücûdun en zaîf mertebesi ve en incecik derecesi ve en mütegayyir, mütehavvil tavrı ve en ziyâde mekâna yayılmış olan hadsiz, kesretli bir maddî madde olan esîr ve zerrat gibi şeylere vermek