İşârâtü'l - İcâz | Nübüvvetin Tahkiki | 117
(105-121)

Şecere-i âlemde, meylü’l-istikmal vardır. Yâni kâinatın, bir ağaç gibi bütün zerrâtı ve eczası kemâle meyleder ve kemâle doğru yürümekte-dirler. O umûmî meylü’l-istikmalden ayrı olarak, insanda da meyl-üt terakki vardır. Bu meyl-üt terakki çekirdek gibidir; neşv ü neması pek çok tecrübeler vâsıtasiyle olur; ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimâîyle teşekkül ve tevessü’ etmekle fünunu intâc eder. Bu fünun da, mürettebedir. Yâni her ikinci fen, birincisinin neticesidir. Birincisi olmasa, o olamaz. Birincisinin ona mukaddeme ve ulûm-u mütearife hükmünde olması şarttır. Buna binâen bundan on asır evvel gelen insanlara fünûn-u hazırayı ders vermek veya gârib mes’elelerden bahsetmek; onların zi-hinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir faide vermezdi. Meselâ: Kur’ân-ı Kerîm, “Ey insanlar! Şems’in sükûnuna, Arz’ın hareketine (*) ve bir katre su içinde binlerce hayvânâtın bulunduğuna dik-kat ediniz ki azamet-i İlâhîyyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevketmiş olurdu. Çünkü, hiss-i zâhirîye muhaliftir. Maahaza on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünûn-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek; makam-ı irşâda muhalif olduğu gibi, ruh-u belâgatla da kabil-i te’lif değildir.

S― “Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hazıra eski insanlara meçhul ve gayr-ı me’luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır.” diyorsun. Bilhassa âhirete âid ahvâl gibi, müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-ı me’lufturlar. Onlardan bahset-mek ne için hata olmuyor?

C― Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa âhirete âid ahvâle hiç bir cihetle hiss-i zâhirî taallûk etmemiştir ki, o hissin hilafını söylemek şaşırtma olsun. Binâenaleyh o gibi şeyler, dâire-i imkândadırlar. Öyle ise onlara i’tikâd ve onlar ile itminan peyda etmek mümkündür. Öyle ise o gibi şeylerin hakk-ı sarihi, onları tasrih etmektir. Lâkin keşfiyat-ı fenniye; eski insanlara göre, imkân ve ihtimal dâiresinden çıkıp, muhal ve imtina’ derecesine girmişlerdir.

--------------------------------------------
(*): Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:
Şems’in, yerinde mevlevî-vari yaptığı semâvî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzûme-i şemsiye ile anılan Güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek Şems’in mihverinde dâire-vari cereyan ve hareketi olmasa, yıldızlar düşerler.

Said Nursî

Muhterem müellif, diğer bir risâlesinde şöyle diyor:
Evet Güneş bir meyvedardır, silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri!
Eğer sükûniyle sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczubları.

Mütercim

Dinle
-